BİR CUMHURİYET DÖNEMİ AKINCISI
VEHBİ KOÇ
1901-1996
Koç Holding yönetim kurulunda, Vehbi Koç'un, 1996 faaliyet raporunda yayınlanacak olan sunuş yazısı inceleniyordu. Hazırlanmış olan taslak uzun tutulmuştu. Vehbi Bey görüşleri dinledikten sonra; " Son şeklini Can Bey hazırlasın. Sonra Rahmi ve Suna görsün." diyerek fikrini açıklamıştı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, bir akşamüstü beni telefonla aramış, yazının hazır olup olmadığını sormuştu. Ben, metni ilk şekliyle benimsemiş olduğum için, Koç Holding Genel Sekreter'i İnal Avcı'ya telefon ederek ayrı bir hazırlık yapmayacağımı bildirmiştim. Vehbi Bey'e de bu görüşümü teyit ederek, kendisine; "Yönetim kurulunda okunmuş olan taslak görüşlerinizi açık bir şekilde belirtmiş olduğu için ben her hangi bir değişiklik yapmadım, bu fikrimi İnal Avcı'ya da bildirdim." demiştim. Vehbi Bey, bir an duraklamış, bana, dersimi çalışmadığımı hissettiren bir ses tonuyla; "Pekiyi, teşekkür ederim!" demiş ve telefonu kapatmıştı... Bu konuşma, benim Vehbi Bey'le, vefatından önce yaptığım son temas olmuştu...
Eşim İnci ile beraber, 25 şubat1996 Pazar günü öğle saatlerinde THY ile İstanbul'dan Nice'e gitmiştik. Niyetimiz, yumuşak iklimli bu bölgede bir kış tatili yapmaktı. Akşam üstü, Türk televizyon kanallarında dolaşırken, program kesilmiş ve spiker şöyle bir açıklama yapmıştı ; " Sizlere acı bir haber duyurmak zorundayım! İş dünyamızın büyük girişimcisi Vehbi Koç'u kaybetmiş bulunuyoruz. Antalya'da, saat 18'de bir kalp krizi sonunda Vehbi Koç ebediyete intikal etmiştir. Ayrıntılar haber bültenimizde verilecektir. Ulusumuza başsağlığı diliyoruz!" ... Ben, bir an ne işittiğimi anlamamış, sonra, eşime; " Vehbi Bey ölmüş!" diye bağırırken, bu elim olayın gerçek olduğunu kendi sesimin şiddetinden anlamıştım... Evet, inanılması zor olan olay gerçekleşmiş, iş dünyamızın duayeni, patronum Vehbi Koç ölmüştü!...
Vehbi Koç, 1995 yılı boyunca, sağlığınla ilgili bir çok bâdire atlatmıştı. Bu olumlu gelişmeler Vehbi Bey'in ölümle buluşması ihtimalini hepimizin aklından silmişti. Nitekim, 95 yaşına gelmiş olmasına rağmen fikrî melekelerini kaybetmemesi, çalışkanlığı, olayları izlemedeki dikkati herkesi hayran bırakıyordu. Ben, bunları düşünürken İnci'nin; "İstanbul'a nasıl döneceğiz? " uyarısı ile hayâl âlemimden uyanmıştım. Nice'ten İstanbul'a direk uçuş, kış aylarında yalnız Perşembe ve Pazar günleri yapıldığı için Paris veya Zürih üzerinden İstanbul'a ulaşmamız mümkün olacaktı. Ancak, Nice meydanındaki havayolu büroları pazartesi günü için İstanbul'a yer olmadığını bildirmişlerdi. Bu arada kardeşim İnan'ı arayarak olayın ayrıntılarını öğrenmeye çalışmış ama ona da ulaşamamıştım. İstanbul'daki kızım ve oğlum da haberi televizyon yayınlarından öğrenmişlerdi ve ayrıntı bilmiyorlardı. Bu telâş içinde, 26 şubat Pazartesi günü Nice'ten Paris'e, Paris'ten de İstanbul'a ulaşmayı başarmış, Atatürk hava limanı'na indiğimizde gece saat 23 olmuştu.
İş arkadaşım ve dostum Gündüz Kösemen, meydana bizi karşılamaya gelmişti... Otomobile binip hareket ettikten sonra, Gündüz'e nereye gideceğimizi sorduğumda şu şaşırtıcı cevabı aldığımı unutamıyorum : "Nakkaştepe'ye gidiyoruz. Vehbi Bey odasında sizi bekliyor!" İnsanın
hayatında bazı anlar vardır ki, kendini başka bir âlemde bulur. Ben de, kendimi başka bir âlemde hissederek , geçmeyeceğini sandığım bir yarım saat sonra Nakkaştepe'ye ulaşmış ve Vehbi Koç'un son yedi yıldır, küçük adımlarla geçtiği Koç Holding merkez binasının giriş kapısında beni bekleyen kardeşim İnan'la kucaklaşmıştım... Artık, herşey belli olmuştu! Patronum Vehbi Koç'u, odasında, son defa ziyaret edecektim...Çalışma masasının önünde Türk Bayrağına sarılmış tabutu içinde ,Vehbi Koç, ebedî uykusuna yatmıştı... Sanki, zaman, benim için de durmuştu... 95 yıllık bir ömrün hikâyesini, yıldırım hızıyla yeniden yaşıyor gibiydim! O anda zihnimden geçenler, Türkiye Cumhuriyetinin yarattığı bir İş Dünyası Akıncısı'nın başarılarla taçlanmış olağanüstü hayatının sona eren hikâyesiydi...
Koçzade Vehbi'nin, başarılı bir öğrenci olduğu orta okulu bırakıp esnaflığa soyunması, onun girişimci karakterini ortaya çıkaran en önemli göstergeydi. Koçzade Vehbi'yi, genç yaşta girişimci olamaya iten güç, azınlıkların başarılarını görerek, ticaret hayatında onlarla yarışa girme kararı olmuştu. İkinci sebep ise, Cumhuriyet döneminin iş dünyasına kazandıracağı hudutsuz imkânlardan yararlanma ön sezisi idi. Vehbi Koç bu duygusunu şöyle ifade etmişti: "Artık, ticarete atılıp zengin olmaya karar verdim. İlk hedefim, kazanacağım elli bin lira ile, Ankara'da beş katlı bir mağaza sahibi olmaktı." Koçzade, bu kararını verdikten sonra, Karaoğlan Çarşısı'ndaki fotografçıya uğramış, başındaki fesi sağ kaşının üstüne yatırarak bir hâtıra fotografı çektirmişti. Böylece, ulusal burjuvazi geleneğinin gelişmemiş ortamında ve Anadolu'nun göbeğinde, genç bir adam, kendini, "Bakın, ben neler yapacağım!" inancı ile ortaya atmış oluyordu.
Vehbi Koç'un işadamı kişiliği, ekonominin ve toplumsal yaşamın kurallarına uygun biçimde gelişmiş ve oluşmuştu. 1920 Türkiyesinde Müslüman bir girişimcinin, işe bakkal dükkanı açarak başlaması çok doğaldı. Esnaflıktan tüccarlığa geçişte, 1926 yılında, firmanın "Koçzade Ahmet Vehbi" olarak Ankara Ticaret Odasına kaydedilmesi yeni bir aşama oluyordu. Ankara'nın "Hükümet Merkezi" olması ise Vehbi Koç'un vizyonunu genişletiyor ve onu Müslüman olmayan iş adamlarına karşı yarışa sokuyordu. Burada Vehbi Koç'un çarpıcı bir yanı ortaya çıkmıştı. Musevi, Rum ve Ermeni işadamlarının başarı sebeplerini araştıran Vehbi Koç, gayrı-Müslimlerin "işi bilen" insanları kullandıklarını anlıyor ve kendisi de, hemen "işi bilenleri" yanına alarak işlerini genişletmeye koyuluyordu. Her yeni işe girerken de, seçtiği "işi bilene" küçük te olsa ortaklık hakkı tanıyordu. Böylece, çalışanlar, kendileri için de çalıştıklarını hissederek daha verimli olmaya gayret ediyorlardı.
Böylece, " Koç İmparatorluğu"nun temelleri atılıyor ve Vehbi Koç "mucizesi" gerçekleşmeye başlıyordu.
Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda, 1929'da, dünya ekonomisini etkileyen "büyük buhran" genç Türk devletini de sıkıntıya sokmuş ve devlet kapitalizminin doğuşuna sebep olmuştu. Bu sıkıntılara rağmen, Cumhuriyetin asker ve bürokrat kökenli yönetim kadroları "özel girişimciliği" geliştirici uygulamalara önem vermiş ve yeni bir "Türk işadamları sınıfının" doğuşuna öncülük yapmışlardı.
Türkiye'nin sanayileşme süreci incelendiği zaman, özel teşebbüsün sermaye ve yetişmiş insan gücü bulunmadığı için, 1930'lu yıllarda. "devletçiliğin" bir Cumhuriyet politikası yapıldığı görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı ve onu takip eden yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin kapitalist sisteme verdiği ivme ve Türk siyaset hayatındaki değişimler, ekonomik hayatımızın işleyişine yeni boyutlar kazandırmıştı. Sanayici olmak için ihtiyaç duyulan sermaye birikimi, ticaretten kazanılarak fabrika yatırımlarına dönüştürülmüştü. Bu anlamda, Vehbi Koç, sırasına göre; önce esnaf, sonra tüccar ve nihayet sanayici olmuştur... Bu ortamda, Vehbi Koç, 1950'li yıllara gelindiğinde, Türkiye'nin gelişme yönünü, halkın beklentilerini sezinlemiş ve çalışma arkadaşlarıyla beraber, hem mevcut işleri büyütme hem de yeni alanlara yatırım yapma planları hazırlamaya başlamıştı.
Vehbi Koç'un çarpıcı bir başarısı da, Cumhuriyet Türkiye'sinde, Türk işadamına önce güven duygusu ve sonra kimlik kazandırmış olması gerçeği idi. Vehbi Koç hayatı boyunca, mücadele etmenin heyecanını yaşamış, başarıya ulaşmanın mutluluğunu tatmış ve zaman zaman da kaybetmenin hayal kırıklığını içine sindirme olgunluğunu göstermişti. Vehbi Koç bu deneyimleriyle, Türk işadamının yoklukları ve güçlükleri aşarak, çağdaş bir girişimci olabileceğini kanıtlayan bir öncü olmayı başarmıştı. Vehbi Koç, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, yalnız askerlik yapan, ya gazi ya da şehit olan Müslümanların, Cumhuriyet döneminde başarılı işadamı olabileceklerini kanıtlamış bir önderdi.
Vehbi Koç, kişiliğiyle, ülkemizde; üretken olan, devamlı yeni iş alanları açan, sosyal konularla ilgilenen, vergisini doğru ödeyen, dürüst ve saygın işadamı modelini de oluşturmuştu. Vehbi Koç, dengeleri bozulan böyle bir ortamda; sergilediği davranış biçimi ve aşırıya kaçmayan görüşleriyle, mütevazı kişiliği ve sade yaşam tarzıyla insanların sevgisini kazanmayı başarmıştı. Bu yönleriyle, Vehbi Koç, Türk
işâleminin "Lider Duayeni" olma payesini hak etmiş oluyordu...
Vehbi Koç'un şu sözleri unutulmamalıdır :
"...En lüks hayatı yaşayabilir, en lüks yerlerda oturur, en lüks arabalara binebilirdim. Bunların hiçbirisini yapmadım. Çocuklarıma ve iş arkadaşlarıma kötü örnek olmak istemedim. Davranış-larımdan dolayı pişmanlık hissine hiç kapılmadım. Hayata bir daha gelsem yaptıklarımı aynen tekrarlar ve devam ettirirdim."
Vehbi Koç, Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı olunca büyük prestij kazanmıştı. O dönemde, CHP, parlamanter sistemin tek partisidir. İsmet İnönü hem Millî şef hem de Cumhurbaşkanı'dır. CHP, ismiyle halk partisi olduğu halde, gerçekte şehir ve kasaba zenginlerinin, çiftlik ağalarının, o günlerin tabiriyle "Mütegallibe"nin desteklediği bir siyasi kuruluştur. Vehbi Koç, başarılarıyla CHP yöneticilerinin dikkatini çekmeye başlamış, o yıllarda hükümet erkânı ve İsmet İnönü ile dostluk ilişkileri kurmuştu. Bu ilişkiler, Vehbi Koç'u CHP'nin "Kırklar Meclisi"ne getirmişti. "Aramıza katıl, fikirlerinden yararlanalım." teklifi Vehbi Koç'u onurlandırmıştı. Bu üyeliği, memlekete hizmet sunulacak bir yer olarak kabullendiği için de çok önemsemişti. Kendisi, iş arkadaşları Hulki Alisbah ve Cafer Tüzel'i yanına alarak, ekonomik sorunlarla ilgili raporlar hazırlamaya başlamıştı. Ancak, kısa bir süre sonra "Kırklar Meclisi"nin bu görüşleri dikkate alma niyeti olmadığını anlamış ve çalışma şevki kırılmıştı. Bu kırgınlıkla,Vehbi Koç CHP'nin kendisine yaptığı milletvekili olma teklifini de geri çevirmişti. Ancak, bütün bu olup bitenler, Vehbi Koç'a, CHP'li damgasını vurdurmuştu. 14 Mayıs 1950'de, Demokrat Parti büyük bir ekseriyetle iktidar partisi olunca, memlekette, Demokrat Partili olma saltanatı başlamıştı. Demokrat Partililer CHP'li Vehbi Koç'u çekemiyor, açtırdıkları tahkikatlarla onu yıldırmak istiyorlardı. 1960 yılında, 27 Mayıs İhtilâline bir kaç ay kala, Vehbi Koç, baskılara dayanamıyor ve CHP üyeliğinden ayrılıyordu. Ancak, DP'ye geçmeyi kesin olarak kabul etmemişti. O günden sonra da, iş adamlarının siyasi partilere katılmalarının doğru bir karar olmadığına inanmıştı...
İkinci Dünya savaşının sıkıntıları, 1954/1960 döneminde ekonominin içine düştüğü buhranlı yıllar, fırsatçı ve karaborsacı işadamını yaratmıştı. Millî Korunma kanunları, işadamını toplum karşısında suçlu durumuna sokmuştu. 1970 ve 1980'lerin hayalî ihracatçıları, tahsis ve teşvik avcıları işadamı imajını zedeliyordu. 1990'larda yaygınlaşan banka kredileri soygunları, köşe dönücülük işadam-lığının marifetleri olarak gösteriliyordu. Bu olumsuz gelişmelere rağmen, bugün, kamu oyunca saygı duyulan bir işadamı kimliği oluşmuşsa, bunda Vehbi Koç'un büyük payı vardır. Çünkü bu işadamının kimliğinde; vergisini ödemek, sosyal sorumluluk üstlenmek, işgücü yaratmak, yeni yatırımlara ve ihracata yönelmek, iç ve dış rekabete açık olmak gibi Vehbi Koç'un yıllarca benimsediği ilkeler bulunmaktadır.
O'nun hayatında "İş" daima birinci planda durduğu için, dostluk ilişkileri yüzeysel kalmıştı. Vehbi Koç, her vesileyle, çocuklarından ve iş arkadaşlarından, çalışma arakadaşlarıyla dostluk ilişkisi kurmamalarını istemişti... Vehbi Koç, değişik meslekteki insanların görüşlerini öğrenmek, onların hayat felsefelerini anlamak için iş dünyası dışında bulunanlarla ilişki kurmaya önem verirdi.
Vehbi Koç, birçok yönüyle, alışılmışın dışına taşan bir patrondu. Beklenilenden daha fazla nazikti. İş arkadaşlarını mahçup edecek, onları başkalarının yanında zor duruma düşürecek beyanlardan kaçınırdı. İnsanları bakışıyla ödüllendirir, gülüşüyle cezalandırırdı! Karar verdiği konularda bile, kendi görüşünü, patron edasıyla açıklamazdı. Her ortamda ve her zaman hayatı kendi kurallarına göre yaşama kararlılığına rağmen "Babacan Patron" görüntüsünü bozmamaya özen gösterirdi.
Vehbi Koç, "kurumsallaşmayı" kendisine hedef olarak seçtiği için, "Koç Bürokrasisi"nin yaratıcısı olmuştu. Vehbi Koç, aile bireylerinin keyfi kararlar almalarını önlemek ve aile içi görüş ayrılıklarının şirketlerin dağılmalarına mâni olmak düşüncesiyle, bürokrasinin gerekli olduğuna inanırdı. Bürokrasiyi bir "emniyet süpap"ı sayardı. Komiteler kurulacak, işi bilenlerin görüşleri alınacak, raporlar hazırlanacak, tartışılacak ve bu kademelerden geçildikten sonra karar aşamasına gelinecek... Bu sistemin, atılımların gerçekleşmesini geciktirmesine rağmen, önemli bir yararı olmuş, yanlış karar verme riski çok azalmıştı.
Vehbi Koç, gerçek anlamda laik bir Cumhuriyetçi'ydi. Kendisi, dinî kurallara noksansız uymaya çalışır, fakat kimsenin dinî inanışlarına ve davranışlarına karışmazdı. Vehbi Koç, namazını kılan, orucunu tutan, Hacca giden, ama evinde ve davetlerde bir kadeh viski içmeyi günah saymayan çağdaş bir Müslüman'dı... Vehbi Koç'un 27 şubat 1996 Salı günü yapılan cenaze töreni, Türk ulusunun O'na verdiği değeri belirlemesi bakımından çok anlamlı bir göstergeydi.Onu tanımamış insanlar, Fatih Camii avlusunda, yol kenarlarında toplanarak, televizyonların canlı yayınlarını izleyerek Vehbi Koç'a olan hayranlıklarını ve takdirlerini belirtmek istemişlerdi. Böylece, Vehbi Koç'un "akıncı işadamı" kişiliği milletçe benimsenmiş oluyordu.
İnsanı yücelten ve tarihe geçmesini sağlayan en önemli özellik o kişinin gelecek kuşaklara örnek olma vasfıdır.. Vehbi Koç bu emeline de kavuşmuş bulunmaktadır. Bugün, yeni bir asrın başında, O'nun açtığı yolda ilerleyen onlarca genç Vehbi Koçlar, her alanda ülkemizi ve ulusumuzu mutlu ufuklara taşımaya yönelmişlerdir.
İşte, bunun içindir ki, Vehbi Koç, her faniye nasip olmayan bu örnek kişiliği ile gelecek kuşaklara yol göstermeye devam edecektir.
Can Kıraç.
21 şubat 1998