(İnan Kıraç’a ithaf ediyorum !)
Ben, bazı olayların nasıl oluştuğunu anlamaya ve sebeplerini bulmaya çalışırım. Bu merakım yüzünden, kardeşim İnan'ın, "mide fıtığı" ameliyatından onbeş gün sonra yaşanmış olan bir olayı araştırmaya başladım!
İnan'ın, ameliyatını kamuoyundan saklamasına rağmen, Avrupa'daki dostlarının, başta Torino'lu Sinyor Renzo olmak üzere, Amerikan hastanesinde ziyaretçi kuyruğuna girdiklerini görünce, dünyanın, gerçekten "globalleştiğini" anlamış oldum. Kim ne yaparsa yapsın, bizim, "Gümrük Birliği"ne adım attığımız, artık, açık seçik belli oluyordu! Tabii, bu gözlemimin anlatacağım olayla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Böylesine bencil bir açıklamayı biraz öğünmek için yaptığımı itiraf etmek isterim ! Biz Kıraç'ların, İnan sayesinde, nasıl bir ilgiye ve üne kavuştuğumuzu belirtirken; Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Başbakan Tansu Çiller'in, bakanların ve tanınmış iş adamlarımızın gösterdikleri yakın alâkaya hiç değinmiyorum. Aksi halde, olaya, bir "Sosyete Düğünü" haberi havası vermiş olmaktan çekini-yorum...
Anlatacağım öykü, Vehbi Koç'un mutluluğu ile başlamış oldu!
Mutluluğun nedenine gelince:
İnan, eşi Suna'ya; "Beni Amerikan Hastanesinde Türk doktorlarına teslim et!" deyince bu karara en çok Vehbi Koç sevinmiş ve yürüyüş arkadaşlarına, küçük damadına olan hayranlığını şu kelimelerle açıklamıştı: "İnan'ı çok takdir edi-yorum! Onun sayesinde Amerikan Hastanesi yeniden üne kavuşacak, herkes sıraya girecek. Böylece, hastanenin yeni sahibi Vehbi Koç Vakfı'nın da yükü hafifleyecek."
Çiçek Pasajında entellektüel Cavit'in müdavimi olmamakla beraber, İnan'ın, ünlü "cerrah- seyyah- yazar" Prof.Dr.Tarık Minkâri'ye büyük güveni, saygısı ve sevgisi vardır... Bu güvenin, eski günlere kadar uzandığı, İnan'ın dostlarınca da bilinmektedir. Nitekim, 1987 yılı Mart ayında, benim geçirdiğim bir mide kanamasında, İnan, kış tatilini yarıda keserek İsviçre'den İstanbul'a dönmüş ve gecenin ilerleyen bir saatinde,Tarık Hoca'yı Çiçek Pasajında bulup hastanede başucuma getirmişti... İşte, mâzide, beni hünerli ellerine tevdi ettiği Tarık Hoca'ya, şimdi İnan, kendini teslim ediyordu...
Bu karardan Prof.Dr.Tarık Minkâri de büyük keyif duymuş ve İnan'ın ameliyatına girmeden önce, bana şu açıklamayı yapmıştı:" Can kardeşim! Biliyorsun, bütün ısrarlarına rağmen, 1987 yılında seni ameliyat etmemiştim! Haklılığımı herhalde anlamışsındır. Hâlâ, sapasağlam karşımda duruyorsun! İnan'a gelince; onun muhakkak ameliyat olması gereki-yor. Vehbi Bey, bana, 'İnan bize daha beş yıl lâzım, ne yap yap onu sıkı bir tamirden geçir' tâlimatı verdi. İnan'ın bir beş yıl daha çalışabilmesi için her türlü "fıtık" riskine karşı önlem alması gerekiyor! Merak etme, elimden geleni yapacağım..."
Tarık Hoca'nın bu samimi sözleri karşısında artık söylenecek bir şey kalmamış oluyordu...
Heyecanla beklenen ameliyat çok başarılı geçmiş, Profesör Tarık Minkâri, yaptığı işin sanatsal yönünü de göstermek için, koridorlardan taşan geçmiş olsun ziyaretçilerini hastanenin konferans salonuna toplayarak, ameliyatın safhalarını grafiklerle açıklamış ve İnan hayranlarınca uzun uzun alkışlanmıştı...
İstanbul'da bunlar olup biterken, Türkiye'nin başka bir köşesinde, Bursa yakınlarında, alışılmışın dışında, ilginç gelişmeler oluyordu... İnan, yirmi yılı aşan bir süredir "Kıraç Çifliği"nde yumurta tavukçuluğu yapmaktadır. Vehbi Bey, yumurtadan para kazanıldığına inanmadığından, böyle bir işe zaman ayırdığı için İnan'ı daima eleştirmektedir... Buna karşı, İnan da, zaman zaman savunmaya geçmekte ve tenkitlere şöyle cevap vermektedir: "Siz,benim yumurtadan para kazanmadığımı iddia ediyorsunuz! Ama, bu evin masraflarının nasıl karşılandığını da hiç sormuyorsunuz!?" Doğru söze ne cevap verilir ki ?
İşte, İnan Kıraç'ın böyle bir inançla savunduğu tavuk kümeslerinde, Haziran ayından beri,önemli bir konu tartışmaya açılmıştı! Çünkü, İnan Kıraç'ın ameliyat olacağı haberi "Kıraç" çiftliğinin tavuklarınca öğrenilmişti!.. Hiç sönmeyen 100 watt'-lık eletrik ampulleri yüzünden günü ve saati belli olmayan bir zaman kesitinde, boynundaki ve poposundaki tüyleri dökülmüş bir tavuk, başını kafesinden uzatıyor ve diğer tavuk vatandaşlarına şöyle sesleniyordu: "Arkadaşlar! Başımızda bir horozumuz bile bulunmadığı için, bu kümesin en kıdemli tavuğu olarak, kendimi "Baştavuk" ilân ediyorum!.. Hepimizin ortak ızdırabını biliyorum. Bir "horoz aşkı" yapma hakkı bile tanınmadan bu çelik kafesler içinde göçüp gidi-yoruz! Yaşamımız boyunca, gecemizi gündüzümüze katarak, bizi durmadan yumurtlatıyorlar! Ülkemizin demok-ratikleşmeye yöneldiği bir dönemde bize reva görülen bu hayvanlık dışı tutumu protesto etme zamanı gelip geçmektedir.İşçilerin genel grev yaptıkları bir ortamda artık biz de eyleme geçmeliyiz..."
Bu sözlerin kümesi dolduran bütün tavuklarca benimsendiği gıdaklamaların kesilmesinden anlaşılmış ve kafesler arkasından "intikam-intikam" sloganları yayılmaya başlamıştı... Ancak, bu intikam nasıl alınacaktı?.. Binlerce tavuğun bulunduğu bir kümeste karar almak hiç de kolay değildi... Baştavuk, çareyi bir "yürütme kurulu" oluşturmakta bulmuştu... Toplantıları kolaylaştırmak için de, Baştavuğa komşu kafeslerdeki tavuklar yürütme kurulu üyeliklerine getirilmişlerdi...
Tavukların ilk toplantıları hayli gürültülü geçmişti... Yürütme kurulu üyesi olan tavukların, toplantı yapmaktan yumurta yapmaya vakit bulamamaları yüzünden, kritik bir durum ortaya çıkmıştı... Kümes âmiri, yumurtlamayı durduran tavukların kesilmelerine karar verince, kafeslerde büyük bir panik yaşanmıştı...
Bu beklenmedik durum karşısında, "yürütme kurulu üyesi" olan tavukların, popolarının yırtılması pahasına, hayatlarının en büyük yumurtasını yumurtlamaları kararlaştırılmıştı. Böylece, kümes âmirinin; "Bunları kesmeyelim! Baksanıza, hepsi üç sarılı yumurtlamaya başladı!" açıklaması endişelerin dağılmasına yetmişti... Günler akıp gidiyor, ama bir türlü "intikam" yöntemi belirlenemiyordu... Nihayet, yürütme kurulunca, Baştavuğun, Kıraç Çiftliğinin Başdanışmanı Yusuf Karal ile bir görüşme yapmasına karar veriliyordu...
Ameliyat olduğu günün üstünden iki hafta geçince, Tarık Hoca bir durum değerlemesi yapmak istemiş ve röntgen çekilmek üzere İnan'ı yeniden Amerikan hastanesine davet etmişti... İnan, mide röntgeninin en tatsız tarafı olan baryum karışığı boza kıvamındaki mayii yudumlarken keyifsiz anlar yaşamıştı... Fakat, Tarık Minkari'nin; "Yahu! Babanda mı ope-ratördü! Bu ne mükemmel sonuç ! Diyaframı oya işler gibi dikmişim! Bravo bana!" sözleri bütün endişeleri yok etmişti... İnan,artık tam olarak sağlığına kavuşmuş oluyordu... Bundan sonra yemek de içmek de serbestti !..
Kıraç Çiftliği'ndeki tavukları temsilen,Baştavuğun,çiftlik Başdanışmanı Yusuf Karal'a ilettiği mesaj şöyleydi:"Sayın Başdanışman! Haftalardır Ağamız İnan Kıraç'ın ameliyat haberlerini izlemekten perişan olduk.Nihayet,Allah'a şükürler olsun,Ayşe Kurt ablamıza ulaşarak Ağamızın sağlığına kavuştuğunu öğrenmiş bulunuyoruz... Bağlılığımızı göstermek için,aramızdan seçilecek en semiz kardeşimizin kendisine kurban edilmesine karar verdik.
Sizden ricamız,bu fedakâr arkadaşımızı Vanıköy'e götürüp ahçıbaşı Rifat Efendi'ye teslim etmenizdir !.. İnan Beyimiz bu tavuktan bir parça yediği takdirde, bütün dünyalar bizim olacaktır! Bu mutluluktan bizleri mahrum etmemenizi dileriz!"
Yusuf Karal tavukların bu duygusal ve özveri dolu davranışı karşısında gözyaşlarını tutamamış ve okul arkadaşı Yüksel Sungurtekin'e şu itirafta bulunmuştu: "Yüksel! Biz Galatasaraylılar şu tavuklar kadar şevkatli ve vefakâr olamıyoruz! İnan'ın büyüklüğünü şimdi daha iyi anlıyorum!.." Böylece, Yusuf ve Yüksel, kesilmiş ve büyük bir itina ile yolunmuş ve tütsülenmiş tavuğu, hûşû içinde, çiftlikten Vanıköy'e taşımışlar ve ahçıbaşına teslim ederken de şu ricalarını hatırlatmışlardı: " Bu tavuğu bu akşam muhakkak İnan Bey'e yedirmeye bak !"
İnan, geceyi iyi geçirmemişti. Sık sık uyanmış, rüyasında hep kâbus görmüştü... Sanki, tavuklar ve horozlar Nakkaştepeyi istilâ etmişlerdi... Nakkaştepe'de kâfi sayıda horoz bulunmasına rağmen, İnan'ın rüyasında, horozlar merdivenlerden tırmanıyor ve başkanların çalışma odalarını dolduruyorlardı!.. Rüya bu ya, gelişmeler karşısında İnan da telâşa düşüyor ve Erdoğan Arpacıoğlu'na; "Horozları Nakkaştepe'ye sokmayacaksın! Gerekli bütün önlemleri al!" talimatı veriyordu... Arpacıoğlu'nun polisiye önlemlerine rağmen, istilâ bir türlü durmuyordu... İpek, babasından bu korkunç rüyayı dinle-yince bir şey anlamamış ve olanları, annesinin kendisine İngilizce olarak yeniden anlatmasını istemişti...
İlerleyen saatlerle beraber İnan'ın şikâyetleri artıyordu... Yutkunamıyor, su bile içemiyordu!.. İnan Kıraç bu sıkıntıları yaşarken, Tarık Hoca, İkitelli'deki Milliyet Yayınları bürosunda "Ünlüleri Nasıl Kesiyorum?" isimli kitabının son düzetlmelerini yapıyordu. Telefonla kendisinin acele Vanıköy'e gelmesi rica edilmişti... Muayeneden sonra, Prof.Dr.Tarık Minkari bile olanları anlamamıştı ! Onun; " Hemen hastaneye gitmemiz gerekiyor!" emrine uyuluyor ve İnan Kıraç, iki hafta içinde beşinci defa hastane yolunu tutuyordu... Ancak bu gelip gitmelerden hastane yetkilileri büyük sevinç duyuyorlardı! Zira, her seferinde, İnan'ın ziyaretçileri hastahaneyi dolduruyor, sokaktan geçenler "Burada ilginç bir olay var!" diyerek içeriye girince de kendilerini bir doktorun önünde bulup "paralı" bir muayeneden geçiriliyorlardı... Vehbi Koç Vakfı adına hastaneyi kontrol eden Evren Artam, durumu şöyle anlatıyordu: "17 Temmuz Pazartesi akşamından beri gelirlerde büyük bir patlama oldu. İnan Kıraç'ı yeni üç ameliyata daha ikna ettiğimiz takdirde 1966 yılı yatırım programızın finansman kaynağı sağlanmış olacaktır!"
Yöneticiler "para" derdindeyken İnan Kıraç "can" derdine düşmüştü. Acele yapılan röntgen kontrolünde, yemek borusunu şişe mantarına benzeyen bir şeyin tıkadığı tespit edilmişti!.. Tarık Hoca, büyük bir şaşkınlıkla Suna Kıraç'a şu soruyu yöneltiyordu: "Suna Hanım! İnan dün gece şampanya mı içti?"... İnan'ın şampanya içmediği kesindi! Hastaneden eve dönüldükten sonra coşku dolu şölenler yapılmış olmasına rağmen, şampanyalı partilere henüz sıra gelmemişti... Bu defa, Suna Kıraç, Tarık Minkari'ye soruyordu; "Tarık Bey! Bu olayın şampanya ile ne ilgisi var?"... Bu sert dozajlı sorgulama ile karşılaşında, Tarık Hoca şu açıklamayı yapma zorunda kalmıştı: "Röntgen filmindeki görüntüye göre, yemek borusu ile midenin birleştiği noktada, büyükçe bir mantar görülüyor. Ve bu mantara benzeyen nesnenin ösöfagus'u tıkadığı anlaşılıyor. İnan, keyfinden şampanya içerken,heyecandan mantarı yutmuş olabilir mi diye düşündüm de!"
Durumun kesin olarak anlaşılması için endoskopi yayılması gerekiyordu... Bu dalın uzmanı olan Dr.Mustafa İşcan yaptığı endoskopilerle İnan'ın iç organlarını artık ezbere öğrenmişti... Ucunda gözü bulunan, ince ve uzun siyah hortum İnan'ın boğazından yemek borusuna süzülürken, bütün gözler,endoskopi düzeninin televizyon ekranına çevrilmişti... Görüntüde, siyah hortumun mantar biçimindeki nesneye dayandığı açıkça görülüyordu. Dr.Mustafa İşcan'ın açıklaması olayın anlaşılmasına yetmemişti: "Sert bir cisimle karşı karşıya bulunuyorum! Zorlamama rağmen tıkanıklığı açamıyorum. Şimdi, tanımlanması için bu nesneden bir parça koparacağım!" Gerçekten, bu bilinmeyen cisimden bir parça koparılıyor ve tahlil için laboratuvara gönderiliyordu... Mikroskopta görülenler inanılır gibi değildi! Bu manzarayı, ancak Tarık Minkari yorumlar ve anlatabilirdi! Çünkü, görüntüler, Tarık Hocanın hikayelerindeki kahramanlara benziyordu!
Kıraç Çiftliği'nde, anakümeste yapılan son yürütme kurulu toplantısında şu karar alınmıştı: "Aramızdan seçeceğimiz kurban adayı tavuk vatandaşımız bizlerin intikamını alacaktır! Sonuca ulaşabilmemiz için fedai tavuk sıkı bir eğitimden geçirilecek ve 'intikam' duygusunun bütün hücrelere sinmesi sağlanacaktır"... İşte, mikroskop lamında görülen manzara, bu zor hedefe ulaşıldığını kanıtlıyordu.. Tarık Hoca, yalnız kendisinde bulunan bir düzenle mikroskop altında yapılan görüşmeleri de dinleyebiliyordu!.. Duyulanlar şaşılacak şeylerdi! Hücrelerden şu sözler yükseliyordu: "Arkadaşlar! Kıraç Çiftliğinin kahraman fedaisi olan biz tavuk hücreleri! Görevimizi başardık! İnan Ağanın yemek borusunu tıkayarak gerekli uyarıyı yapmış bulunuyoruz!.. Artık, haklarımızı savunma konusundaki kararlılığımız dünyaca anlaşılmış olacaktır.
Tüm tavuk uluslarına, bundan sonraki mücadelelerinde başarılar diliyoruz!"
İşte, hepimizi heyecanlandıran olayın içyüzü nihayet anlaşılmış oluyordu. Hastane dönüşü, Kıraç Çiftliği'nden gelen tavuğu, İnan, büyük bir iştahla yemişti. Ancak, "intikam"a şartlandırılmış olan tavuğun bir parçası, röntgen öncesi içilen baryum eriğiyle birleşerek İnan Kıraç'ın yemek borusunu tıkamayı başarmıştı... Prof.Dr.Tarık Minkari, bu ilginç olayı bir basın toplantısı ile kamuoyuna şöyle açıklamıştı: " Biz doktorlar, zor bir durumu anlatmak için; 'Bu iş pişmiş tavuğun bile başına gelmemiştir' deriz. Sayın İnan Kıraç'ın başına gelenler de böyle bir kaderin sonucudur. Ancak bu defa, pişmiş bir tavuk İnan'ın başını derde sokmuş bulunmaktadır. Tıbbın gerektirdiği modern bütün önlemler alınarak ösöfagus'u tıkayan cisim tahrip edilmiş ve hastanın tekrar yemek yemesi sağlanmıştır. Artık endişe edilecek bir durum kalmamıştır. Amerikan Hastanesi yönetimi adına, siz vefalı ziyaretçilerin sükunet ve huzur içinde dağılmalarını rica ediyorum!"...
Bütün bu olanlara rağmen İnan, Kıraç Çiftliği tavuklarının kendisine kurban göndererek gösterdikleri ince davranışın etkisinden kendisini kurtaramıyor ve "İntikam" senaryosuna kesinlikle inanmıyordu... Bu duygularla, İnan, tavuklarını şu sözleriyle yüceltiyordu: "Sevginin ne kadar asil bir duygu olduğunu şimdi daha iyi anlamış bulunuyorum. Tavuklarımın bana gösterdiği bu bağlılığı asla unutmayacağım. Onların daha fazla yumurtlayarak mutluklarını arttırmak için kümeslerdeki ampulleri 100 watt'an 150 watt'a yükselteceğim. Keyiflenmeleri için de her kümese ikişer adet Beko müzik seti koydurarak "Horoz Sesleri" yayını yaptıracağım... Çünkü, ben, tavuklarımı çok seviyorum!"
Can Kıraç
23 Ağustos 1995
Küçük Çamlıca