BERABERCE BİR TAŞ ÇORBASI İÇMEYE VAR MISINIZ?
Herbirimiz, yaşadığımız yıllara göre, 20ci yüzyılın çok ilginç olaylarına şahit olduk. Kâh sevinç kâh hüzün dolu dönemleri paylaştık. İnsanoğlunun bir taraftan yaratıcı gücüne diğer taraftan da acımasız davranışlarını izledik. Bilim dünyasındaki gelişmelerin bizlere kazandırdığı yeniliklere uyum sağlamak için bazı alışkanlıklarımızı değiştirdik. Birçoğumuz insan olmanın onurunu, gururla hissetmeye başladık.
Hayatımızdaki bütün bu değişimlere rağmen, çoğu zaman dayanışma duygusundan uzaklaşıyor ve bireysel çıkarlarımızın esiri olmaktan kendimizi kurtaramıyoruz.
21ci yüzyılda, birbirimize destek olma davranışının bizlere kazandıracağı mutluluğu hatırlatmak amacıyla TAŞ ÇORBASI hikâyesini sizinle paylaşmak istedim:
Evvel zaman içinde, askerin biri, birliğini kaybetmiş, bilmediği yollarda sığınacağı bir köy aramaya koyulmuş ve sonunda, aç ve yorgun bir köye ulaşmayı başarmış. Asker, karşısına çıkan ilk evin kapısını çalmış ve kapı aralığından başını uzatan yaşlı kadından biraz yiyecek istemiş. Yaşlı kadın; Halimi görüyorsun, benim yiyeceğim yok ki sana vereyim! demiş ve kapıyı askerin yüzüne kapatmış. Asker, umutsuzluk içinde ulaştığı ikinci evin kapısını açan yaşlı kadından da; Ben günlerdir ekmek yüzü görmedim. Senin rızkını Allah versin! cevabını almış. Üçüncü evin kapısını bir çocuk açmış ve askerin yakaran sözlerini dinledikten sonra annesine; Kapıda bir asker amca var bizden boş bir kazan istiyor! diye seslenmiş. Anne de oğluna; Bahçede kuyunun yanında duran boş kazanı al, sen de askerle beraber git, işi bitince kazanı geri getirin tenbihatında bulunmuş. Asker ve çocuk, kazanı kulplarından tutarak dere kenarına taşımışlar, çalıçırpı toplayarak yaktıkları ateşin üstüne koca kazanı oturtmuşlar. Asker, matarası ile dereden taşıdığı suyla kazanı doldurduktan sonra dibine yedi tane taş yerleştirmiş! Kendisini hayretle seyreden çocuğa da; Taş Çorbası yapıyorum, keşke biraz tuzumuz olsa! dileğini açıklamış.
Çocuk koşarak evine gitmiş ve annesine; Anne, anne! Asker amca Taş Çorbası yapıyor, biraz tuz versene! demiş. Çocuk taştan çorba yapılacağından öylesine heyecanlanmış ki, bağıra bağıra, konu komşuya Taş Çorbası nı duyurmuş. Köyde Taş Çobası nın yapıldığını duyan genç ve ihtiyarlar dere boyuna koşuşmuş ve elindeki kuru bir dal parçası ile kaynayan suyu karıştıran askeri seyre dalmışlar. Sonra, hepsinin aklı başına gelmiş ve köşe bucakta unutulmuş, biraz bulgur, birkaç parça kuru ekmek, üç dört baş kuru soğan, patates, pancar ve mısırı evlerinden getirerek kazana atmışlar.
Çorba, pişip kıvama geldikten sonra, bizim asker, kazanın etrafında bekleşen köylülere; Sağolasınız! Çorbamız pişti! Ben bu çorbayı tek başıma yiyip bitiremem. Haydi gelin de beraberce kaşık çalalım demiş! O günden beri de, köyün sakinleri, böylesine tadı güzel çorba içmediklerini birbirlerine anlatıp durmuşlar.?
Kıssadan hisseye gelince;
Bizim, toplum olarak, bugün içine düştüğümüz sıkıntıların ve umutsuzluğun temelinde dayanışma duygumuzu yitirmiş olmamız bulunmaktadır. Her birimiz, politikacısından bürokratına, köylüsünden şehirlisine, tüccarından sanayicisine kişisel menfaatlerimizi kurumsal ve ulusal çıkarlarımızın önüne koyuyoruz. Başkalarının mutluluğu için özveride bulunmayı göze alamıyoruz. Sevgiyi ve başarıyı paylaşmaktan mutlu olmuyoruz.
Bunun içindir ki, 2002 yılında, kapımızı çalacak bir Asker Amca gelmeden, beraberce Taş Çorbası yapmaya yönelmeyi ve çorbanın tadına varmayı diliyorum.
Şansımıza değil, dayanışma gücümüze ve inancımıza umut bağlayalım.
Can Kıraç