29 Ekim 1923 - Cumhuriyetin ilânı, 10 Kasım 1938 – Atatürk’ün ölümü, 1 Ramazan 1424 Hicri - Oruç ayının başlangıcı, 12 Ekim 1492 Amerika’nın keşfi, 26 Ekim 2003 - Saatlerin bir saat geri alınması, 19 Kasım 1419 Rumi -Şeker Bayramı, 31 Aralık yılın son günü...
Takvim olmasaydı, bu olayları nasıl belirleyecek ve anımsayacaktık?
Insan, zamanı algılamaya başladıktan sonra, zamanı kendi gereksinimlerine göre düzene somaya yöneldi ve bu çabanın sonucu olarak takvim yaratıldı. Başlangıçta, insanoğlu, ışığa, ısıya, gece ve gündüze, mevsimlere, ayın değişkenliğine göre düzenlemeler yapmayı düşünüyor ama bunları kağıt üstüne geçirmeyi başaramıyordu. Dinlerin ortaya çıkışıyla zamanı hesaplama yöntemleri değişiyor, Hristiyanlıkta İsa’dan öncesi – İsa’dan sonrası, İslam’da Hicret’ten öncesi - Hicretten sorası gibi olaylar takvimi belirleyen kavramlar oluyordu. Hristiyanlar, Roma İmparatorluğu döneminde, Julius Caesar (Sezar)ın belirlediği Jülyen takviminde yaptıkları bir değişiklikle, Hazreti İsa’nın doğduğu tarihi belirleyerek, takvimi ikiye böldüler. İsa’nın doğduğu yıl, takvimin başlangıcı olarak kabul edildi, buna “Milât” adı verildi. İsa doğmadan önceki yıllar Milâttan Önce (MÖ), İsa doğduktan sonraki yıllar Milâttan Sonra (MS) olarak tanımlandı. Jülyen takvimini, Osmanlı ûleması Rumî takvim olarak adlandırdı...Sonra, takvimin başlangıç tarihini bulmak için yeryüzünün ne zaman yaratıldığını belirlemeye çalışanlar ortaya çıktı. Bu kuramcılar, değişik yılları, dünyanın başlangıç tarihi olarak kabul ettiler. Örneğin, takviminin sıfır yılı; Yahudi takvimine göre Milâttan önce (MÖ) 3761, Çin takvimine göre (MÖ) 1953, İngiliz dinadamı James Ussher’e göre (MÖ) 4004 yılına denk geliyordu. Böylece, zamanın ölçümlenmesi konusunda insanların akılları karışmaya devam etti!
Jülyen takvimi, güneş yılına göre hesaplanmıştı. Güneş yılı, dünyamızın güneş etrafında döndüğü süre olarak hesaplanmış, bu süre 365 tam gün ve ilâve 1/4 gün olarak saptanmıştı. Aslında, dünyanın güneş etrafında döndüğü süre 365.2422 gündü. Böyle olunca, takvimlerde belirlenen tarihler, geçen süreye göre, “Artık Yıllar” olarak ileriye kayıyordu. Bu farklılıklardan dolayı zamanın belirlenmesindeki görüş ayrılıkları Katolik klisesi ile Ortodoks ve Protestan kliselerini karşı karşıya getirdi, herbiri kendi takvimine göre zamanı hesaplamaya yöneldi... Bu sorunlu durum, Papa 13. Gregorius tarafından düzene sokularak güneş takvimi ile Hristiyan takvimi arasında uyum sağlandı. “Artık yılların” zaman içinde yarattığı fazla gün sayısı Gregoryen takvimde ortadan kalkmış oldu.
İslâm dünyasında, Kuran’da belirlendiği gibi, her yıl 12 aydan oluşuyordu. Ayların süresi ayın dönüş süresine göre hesaplanıyordu. Takvimlerde bir başlangıç yılı olması gerektiğinden,
Müslümanlar başlangıç yılını Hicret’in gerçekleştiği, Milâttan sonra 622 yılı olarak belirlediler. İnanışa göre, Hz.Muhammed Mekke’den 10 Ağustos (27 Sefer) 622’de ayrılmış, Medine’ye 24 Eylül (12 Rebiüevvel) 622’de ulaşmıştı. Müslümanlar bu takvime Hicri takvim adını verdiler. Ancak bu takvimde de Hz.Ömer tarafından değişiklikler yapıldı, başlangıç tarihleri kaydırıldı. Bugün, kutsal günler, gökyüzündeki ayın hareketlerine göre belirlenmektedir. Örneğin; Orucun başlangıcı 1 Ramazan, Kadir gecesi 27 Ramazan, Mirac Kandili 27 Recep, Kurban Bayramı’nın birinci günü 10 Zilhicce’dir... Müslümanlar için, Ayın hareketlerinin önemi, Kuran’da oruçtan söz edilen bölümlerde şöyle açıklanmaktadır: “Günün aklığı gecenin karanlığından ayırdedilinceye kadar yiyin, için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın” (II-187) ... Osmanlılarda Hicri takvimin yanısıra, özellikle mâli konularda Rumî (Jülyen) takvimi kullanılmıştı. Şubat 1917’de (1332) takvim Gregoryen düzene uyduruldu. Son takvim değişikliği 1982 yılında yapıldı, mâli yılın başlangıcı Mart ayından Ocak ayına alındı.
Osmanlı döneminde, basılı ilk takvim 1826 yılında yayımlanmıştır. Bu tarihe kadar takvimler elle, renkli mürekkeplerle ve değişik hamurlardan yapılmış kağıt ve değerli yaldızlı yüzeyler üzerine büyük bir özenle yazılırmış. Bugün, geleneklerini devam ettiren ailelerde Saatli Maarif Takvimi’nin ayrı bir yeri ve özlemi vardır. 1862 yılından beri yayımlanan bu takvimde; tarihi olayları, iklim özelliklerini, yılın ve günlerin ayrıcalıklarını, Rumi ve Hicri yılları, İstanbul ve Ankara’nın Güneş-Öğle-İkindi-Akşam-Yatsı-İmsak saatlerini, günün ve gecenin devamını, öğütleri ve güzel sözleri bulabilirsiniz. Takvim yapraklarının arkasında; günün tarihi, yemek önerileri, şiirler, fıkralar günümüze anlam katarlar. Bugün, ülkemizde “takvim kültürü” hızlı bir gelişme göstermiş, tatil günlerinin, dinî ve resmî bayramların, kandil ve namaz zamanlarının izlenmesi için takvimler çeşitlenmiştir. Özel sektörün tanıtım ve reklâm amaçlı takvimleri vatandaşlar tarafından ilgiyle karşılanmakta, bazıları koleksiyonerlerce saklanmaktadır. Son yıllarda, Şakir Eczacıbaşı’nın çektiği fotograflardan oluşan Eczacıbaşı Takvimi, Pirelli şirketinin yayımladığı Pirelli Takvimi ve APA’nın bastığı Dısişleri Bakanlığı takvimi bunların başında gelmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ailelerin, özellikle anne ve babalarımızın doğum tarihlerini Hicrî veya Rumî tarihten Milâdi tarihe uyarlamak için hesaplar yapılır, tartışmalar yaşanırdı. Rumî yılı Milâdi yıla çevirmek için, bu yıl Rumî 1419 olduğuna göre, 1419’za 584 eklenir ve 2003 yılı bulunur. Milâdi yıldan Rumî yılı bulmak için de işlemin tersi yapılır: 2003-584= 1419. Hicrî yılı Milâdi yıla çevirmek daha zordur: Önce Hicrî yıl 33’çe bölünür, kesirler dikkate alınmaz. Çıkan sayı Hicrî yıldan çıkarılır. Kalan sayıya 622 eklenir! Boş vaktiniz varsa, siz de doğum tarihinizi Hicrî ve Rumî yıllara çeviriniz!
Konumuz “zaman” olduğu için, söylenmiş bir kaç anlamlı sözü sizinle paylaşıyorum:
*
Bir işi zamanında yapmak, yüz işe başlamaktan daha iyidir.
Zaman su gibi akıp gidiyor derler, halbuki zaman değil biz geçip gidiyoruz.
Zamandan faydalanmayan acısını sonra çeker.
Zamandan başka herşey satın alınır.
Her gün tek başına bir ömür sayılır.
Mutlu olmak için bugünü yarına bırakmayın
*
Bayram gününüz keyifli geçsin !
CanKıraç