"Geçmiş, geçen veya gelecek vakti duymadan,
Aheste çek kürekleri mehtâb uyanmadan.
Yahya Kemal Beyatlı"
Bundan 62 yıl önce, 1938 yılında, babamla elele, Taksim meydanındaki ünlü heykelin önünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsünü ondan dinlemiş olmanın heyecanını hâlâ içimde hissederim.
O günlerde, Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda, rıhtıma sürünerek geçen vapurdaki genç subayların hançerelerinden çıkıp gökyüzüne akseden Harbiye Marşını gözleri buğulanarak dinliyor ve ulusuna veda edeceği 10 Kasım sabahını bekliyordu !
Ben, Taksim heykelinin önünde, Cumhuriyet’in kahramanlarını hayranlık dolu duygularla kucaklığım o gün 11 yaşımı henüz tamamlamıştım! Bugün, 74 yaşına merdiven dayamış bir Türk vatandaşı olarak, Taksim‘den her geçişimde aynı heyecanı yaşıyor, Cumhuriyetimizin kurucularını, duyduğum hayranlığa şükran hislerimi de katarak selâmlıyorum.
Yeni bir asra adım attığımız bu dönemde, birgün yolunuzu Taksim Meydanı’ndan geçirmenizi, Atatürk’ü ve O’nun ülkü arkadaşlarını minnetle anmanızı diliyorum. O zaman, ulusumuzun ve Cumhuriyetimizin daha mutlu günlere doğru ilerle-meye devam edeceğine olan inancınızı tazeleyecek ve "Ne Mutlu Türküm diyene" coşkusuyla gönlünüzün yüceldiğini hissedeceksiniz.
Bu duygularla Taksim’den Galatasaray’a doğru yürüken, her adımımda âşina yüzler aramaya koyuldum. Nedense, geride kalmış olan yarım asrı unutmuş, beyaz eldivenli, arpej parfümlü ve başları birer sanat eseri olan zarif şapkalarla bütünleşen şık hanımefendilerle karşılaşmayı ummuştum! Kolalı gömlekli, boyunlarında ipek fularlı, fötr şapkalarının yanlarından taşan biryantinli saçlı, uzun favorili, rugan pabuçlu beyefendilerle kucaklaşacağımı sanmıştım!
Ey hat! İnsan hayâl etmeye görsün, şairin söylediği gibi "Hülya ile yola çıkan menzile elleri boş girer"miş!
Ben de anılarımla beraber, adım adım Beyoğlu’nda ilerlerken, kendimi, bana benliğimi kazandıran Galatasaray Lisesi’nin önünde buldum. Artık, başka bir boyutta yaşıyor, gözlerimin önünde eski günler canlanıyordu...
Liseli gençler olarak, 2.Dünya Savaşı yıllarını çok önemli olaylarla içiçe yaşadık. Önce Atatürk’ü kaybetmenin acısını içimize sindirdik. Sonra, sınırlarımıza dayanan korkunç bir savaşın sıkıntılarını paylaştık. Ekmeğimizi karneyle aldık. Karartma geceleri okul koridorlarında omuz omuza uyuduk. Ayakkabılarımızın ömrünü uzatmak için tabanlarımıza kabara çaktırdık. Bez yumaklarını iplerle sararak futbol topları ürettik. Missouri zırhlısının bahriyelilerine Beyoğlu’nun ve İstanbul’un gizemli yerlerini gösterdik. Tepebaşı Tiyatrolarında sahneye çıkan Cahide Sonku’ya aşık olduk.
Beyoğlu sinemalarının yıldızları; Rita Hayworth, Alice Fay, Doris Day, Gene Thirney, Hady Lamar ve daha birçoklarını rüyalarımızın sevgilileri yaptık. Çiçek Pasajında votkalı bira içerek sarhoş olmayı öğrendik. Yemek kültürümüzü "Galatasaray Pilavı" ile ölümsüzleştirdik. Millî Korunma kanuna uymayan Budak ve İnci Pastahanelerinde el konan "Piramit"leri yiyerek "Dessert" kültürümüzü oluşturduk.
Pazar sabahları, Levent büfesinde sucuklu yumurtaya francala dilimlerini banarak nefsimizi körelttik. Bu sayede, Tokatlıyan ve Degüstasyon’un önünden daima başımız dik geçtik!
Efsane müdürümüz Behçet Gücer’den otoriteyi, Sait Hoca’dan, İzzet Hamit Ün’den, Feruhzat Turaç’tan, Saffet Rona’dan ahlâklı olmayı öğrendik. Muhlis Hoca’dan sportmenliği, Nihat Sami Banarlı’dan, Muvaffak Benderli’den, Ercüment Ekrem Talû’dan Türkçemizin inceliklerini ve güzelliklerini belledik. Esat Mahmut Karakurt sayesinde ters cümle yapmanın dayanılmaz cazibesine kapıldık. Recai Hoca’dan "Cin"gözlüğün faziletini kavradık. Veysi Midil ve Mösyö Garti’nin matematik derslerinde kopya çekme tekniklerimizi geliştirdik. Askerlik hocamız "Terlik" Ahmet’ten "İhtilâl" kurallarını ezberledik. Bergeaud, De Laur, Rehm, Larroumets, Goudman, Dubois gibi Fransız hocalarımızın katkıları ile dünyaya bakış açımızı genişlettik. Muhittin Sadak sayesinde müzik dünyasının pırıltılarını yakaladık.
Bu duygular içinde, içimde kalmış bir ukteyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bizler, kız akranlarımızla arkadaşlık yapmak konusunda çok zorluklar yaşamış bir neslin geriye kalmış dinazorlarıyız! Gençlik yıllarımızın en parlak günlerini, lise çaylarının yapıldığı lokallerde dans kuyruklarında geçirdik. Son şanslarımızı, olgunluk imtahanlarına Galatasaray Lisesi’nde katılan Dame De Sion’lu rahibe kılıklı güzellere takılarak kullandık! Sonra, yıllar geçti ve Galatasaray Lisesine kız öğrenciler alınmaya başlandı. Başlangıçta, bu olayı "Silah çıktı erkeklik öldü!" anlayışı ile yorumladım. Bugün, bu ilkel görüşümü değiştirmiş bulunuyorum. Ancak, içimdeki kıskançlık hislerini yenmekte hâlâ zorlanıyorum. Hele, sevgili adaşım Candan Erçetin’in Beyloğlu’nda salına salına yürürken şarkı söylediği televizyon klipini izlerken damarlarımdaki kanın kaynadığını, tepeme çıktığını hissediyorum. Beni ve bizim kuşağı Candan’lardan esirgeyen şansımıza küsüyorum!
Bir dönem, Galatasaray lisemizin ana kapısı önünde gösteriler yapılıyordu. "Cuma Anneleri", "Cumartesi Anneleri" sorunlarını kamu oyuna duyurmak için o küçük alanda biraraya geliyorlardı. Bu olaylardan esinlenerek, bizlerin, bundan yarım asır önce, değişik bir anneler günü yaşadığımızı hatırlıyorum. Daimî yatılı öğrenciler için Çarşamba günlerinin değişik bir önemi vardı. O gün, öğle saatlerinde, öğrenci anneleri sevgili oğullarını ziyarete gelirler, yüksek topuklarının üzerinde seke seke ana giriş yolunu bir baştan bir başa kat ederlerdi. Bizler de, yolun iki kenarındaki demir boru korkuluklar üzerine tüneyerek "Çarşamba Annelerimizi" temaşadan büyük bir zevk duyardık! Hatta, son sınıfa geldiğimizde , "Çarşamba Anneleri"nin kullandıkları parfümleri teşhiste birbirimizle yarışırdık! Böylece; "Güzel Anne", "Zarif Kadın" ve "Parfüm" kültürümüzü geliştirmiş olurduk. Bugün, bizlerin üzerindre tünediğimiz korkulukların tel örgüler arkasına alındığını görerek, genç Galatasaraylı’ların, bu kültürden mahrum kaldıklarını sanıyor ve bundan üzüntü duyuyorum.
Artık, anıları bir kenara bırakıyor ve Yahya Kemal’den uyarladığım
aşağıdaki dizeleri
bizim kuşağın "gençlerine" ithaf ediyorum:
BİZ ESKİ KUŞAKLARIN GENÇLERİ
BİR BİR HATIRLAMAKTA
GEÇEN GÜZEL SONBAHARLARI
BİRBİRİMİZİ DAHA ÇOK SEVMEK İÇİN
ARTIK ÖMRÜMÜZ KISA
KEŞKE YILLAR BİTMESE
GÜNLER AYLAR KISALMASA.