Saltanatın ve hilâfetin kaldırılması kararını Cumhuriyet döneminin çok önemli bir olayı olarak daima kafamın bir köşesinde tutmuşumdur!
Bugün, laikliğe yönelik tartışmaların ortaya çıkardığı şüphelerin nedenini anlamak için Atatürk?ün hilâfeti kaldırma hedefini hatırlatmakta yarar görüyorum.
*
Mustafa Kemal?in Osmanlı Saltanatı?nın kaldırılması konusunda çevresini ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini ikna etmek için verdiği mücadele Nutuk?ta açık bir şekilde anlatılmaktadır. Mustafa Kemal, padişahlıktan sonra hilâfeti de kaldırmayı planlıyor, böylece, kafasında kurmayı kararlaştırdığı yeni Türkiye Cuhmuriyeti?ni İslam dünyasının taasubundan kurtarmak istiyordu. Mustafa Kemal?in, bu anlamda, 1922 yılı Kasım ayı başında, TBMM Anayasa Komisyonunda yaptığı konuşmada belirlediği hedef çok kesindir:
? Hâkimiyet ve saltanat, hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına elkoymuşlardı, bu tasallutlarını altı asırdan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini bildirerek, hâkimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Mevzubahis olan, millete, saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız?, bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikâti ifadeden ibarettir. Bu behemahal olacaktır. Burada toplananlar, TBMM ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.? (Nutuk II-186)
Bülent Tanör, Mustafa Kemal bu kararlılığını şöyle yorumlamaktadır:
? Kabul etmek gerekir ki, Birinci TBMM aynı zamanda bir ?ihtilâl meclisi?ydi. Ulusun egemenliğini mutlak kılma azmi ve kararlığı da mutlaktı. Kaldırılan da zaten demokratik bir kurum değildi.. Dünyanın pek çok ülkesinde monarşilerin kanla ve ateşle yıkıldığı hesaba katılırsa, Türkiye?de izlenen yol ve yöntemlerin, temelde, barışçıl üslupta olduğu kabul edilebilir.?
*
Sıra hilafetin kaldırılmasına gelmişti. Bu da, 3 Mart 1924 tarihli kanunla gerçekleştiriliyor ve Cumhuriyet?in ilânından sonra beliren, devletin ? iki başlı? olduğu tereddütü yok ediliyordu. Bülent Tanör?ün bu konuyu açıklaması şöyledir: ? Hilafetin kaldırılması değişik anlamlar yüklüdür. Bir kere, yasa gerekçesinde de belirtildiği gibi, devletin tepesindeki iki başlılık olasılığı önlenmiştir. İkincisi, dinsel bir kurumun tasviyesiyle devletin lâikleşmesi yolunda bir adım daha atılmış olmaktadır. Bu Sünni?liğin siyasal dayanağının da kalkması demektir.? Kısacası; önce
2
padişahlık saltanatının kaldırılması, sonra Cumhuriyet?in ilânı, arkasından da hilâfetin lağvedilmesiyle, ?Uluslaşma? yolunda çok önemli adımlar atılmış oluyordu. Tabii bu gelişmeler yaşanırken, dinci akımlar yeni düzeni bozmak için fırsat kollamaya başlamışlardı. Bunların arasında Şeyh Said isyanı en boyutlu olanıydı. Şeyh Said?in başkaldırışında feodal-dinci bir organizasyonun izleri bulunuyordu. ? Şeyn Said?e göre hilafete son verilmesi Kürt-Türk birliğinin temelindeki İslam?a bir saldırıydı.?
Bugün; ?Türtiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir? açıklaması birçoğumuzun dilinden düşmemektedir. Ancak, genç kuşaklar, bu ?Hukuk Devleti?nin bir ?Hukuk Devrimi?nin eseri olduğunu bütün yönleriyle bilmemektedirler. Bu konunun tarihsel yapısını inceleyenler, ulusal kurtuluşumuzun ve Cumhuriyet?in kuruluşunun hukuki temeller üzerinde gerçekleştiğini şöyle belirtirler: ? Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet?in ilânı, hilafetin lavğedilmesi gibi devletin üst yapısını yıkan ve yeniden kuran girişimler hukuki usullerle gerçekleştirildi. Bunlar, yeni gelecek hukukun payandaları oldular. Daha sonraki bütün temel reformlarda da, otoriter yöntemlere başvurulsa bile, hukuki usuller uygulandı. Kurtuluş ve kuruluş aşamalarıyla, Türk Devrimi yeni bir hukuk yarattı.?