Adam Przeworski diyor ki: "Demokrasiye geçiş sırasında aşılması gereken stratejik problem,silahları denetleyenler tarafından öldürülmeden veya üretim kaynaklarını denetleyenler tarafından açlıktan ölmeye mahkûm edilmeden demokrasiye varmaktır. Bu ifadeden anlaşılacağı gibi,demokrasiye giden yol mayınlarla doludur."
"Demokrasi kesin olmayan olguların alanıdır, gelecekte ne olacağı hiçbir yerde yazılı değildir. Değer ve çıkar çatışmalarına her toplumda rastlanır. Demokrasiye duyulan gereksinme zaten birçok konuda anlaşa-mamızdan kaynaklanmaktadır. Demokrasi, insanların çatışmalarla birbirini öldürmeden başedebilmesi için mevcut tek yoldur. Bu süreçte farklar,çatışmalar, kazananlar ve kaybedenler vardır. Çatışma ancak otoriter sistemlerde bulunmaz. Aynı partinin iki seçim üst üste oyların yüzde 60'şını aldığı hiçbir ülke demokrasi değildir."
"Yemek masasında, kızım, güvenle ifade etti: 'Herkesi besleyebiliriz !'
Acaba öylemi ? Kızımın söylemek istediği şuydu: Biz insanlar görünebilir gelecekte yeryüzündeki tüm insanların temel beslenme gereksinmelerini karşılayacak kadar üretmek için gerekli teknolojik ve örgütlenme kabiliyetine sahip bulunmaktayız. Fakat bunu yapamıyoruz. Onun ye-rine çiftçilerin topraklarına ekim yapmamaları, bağcıların ürünlerini zehirli bir mayie dönüştürmeleri ve sürü sahiplerinin dişi koyun yetiştirmemeleri için onlara para ödüyoruz. Çiftçilerin ürettiklerini alıyoruz, üzerinde kayak yapılan dağlar büyüklüğünde tereyağ dağları yaratıyoruz. Ve bütün bunları milyonlarca insan açlıktan ölürken yapıyoruz. Buradaki saçmalık aşikârdır !"
"Kapitalizm ıslah edilebilir mi? Yanıtın olumlu olması doğaldır. Bazı ka-pitalist ülkeler herkesin temel maddi güvenini sağlamayı başarmışlardır. Bu ülkelerde bile kapitalızmi birkaç açıdan eleştirmek olanaklıdır. Fakat fakirliğin ortadan kaldırılması, çok sayıda insanın maddî mahrumiyet altında yaşadığı dünyamızda,başarı için yeterli kıstas oluşturmaz. Birleşik Devletler'de otuz, Sovyetler Birliği'nde kırk milyon insanın mutlak fakirlik çizgisinin altında yaşadığı düşünülecek olursa-Çin'den, Hindistan'dan ve Brezilya'dan hiç söz etmiyorum- İsveç,Norveç ve Fransa'daki koşullar kıskanılacak düzeydedir. "
Yazı yazmak için de "meşk" etmek gereklidir. Meşk etmeyenin melekesi kaybolur.Onun içindir ki;ressamların.şarkıcıların, müzisyenlerin yaptıkları gibi yazarlar da,acemiliklerini yenmeleri için, "meşk"e devam etmelidirler. "Aşk olmayınca meşk olmaz" sözü bunun için söylenmiştir. Sanatkarlar, yaptıkları şeye aşık olmalıdırlar ki devamlı meşk edebilsinler, hünerlerini, tekrarlayarak geliştirebilsinler.
Hayatta, hiç boş durmadan çalışmak, devamlı olarak zamanı değerlendirmek bir karakter meselesidir. Böyle insanlar, her ortamda yapacak ve üzerinde çalışacak konular bulurlar. Yapılan şeyi sevmek ise,çalışmayı coşku, heyecan dolu bir uğraş haline sokar. Hele, bir insan, yaptığı işi yücelterek sevmeyi başarıyorsa "usta" mertebesine çıkmış olur.
Bir insan, hayatı boyunca birçok şey öğreniyor. Ancak, öğrenilen görüşler, düşünceler kullanıldığı takdirde insana değer katmaktadır. O takdirde, kişi kendisine veya çevresine yararlı olmaktadır. Örneğin, bir yabancı lisanı öğrendikten sonra onu kullanmamanın kimseye yararı olmaz.. Bu anlamda, aydın kişilerin görüş ve fikirleriyle topluma yararlı olmaları, toplumu meydana getiren kişilerin de aydınların görüş ve fikirlerini öğrenerek, bunları kullanmaları kişilikleri geliştirmekte, insanların sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel seviyeleri yükseltmektedir.
"Hükümet" dediğimiz zaman ne anladığımızı ve anlatmak istediğimizi de açıklamak gerekiyor. "Hükmet" soyut bir kavramdır. Ama,"Hükümet" , her zaman,somut kişilerden,belirli sayıdaki insanların katılımıyla meydana gelen bir kuruldur. Bu durumda, insanların; kişilikleri, alışkanlıkları, görgüleri, kültür seviyeleri ve özellikleri, "Hükümet"lere de somut bir kişilik kazandırır. "Üslub-u beyan ayniyle insan" sözü ile, eskiler, görünüşün ve konuşmanın, insanın düzeyini anlattığını belirtmek istemişlerdir. Bunun içindir ki, hükümet üyelerinin oturuşundan, giyiminden kuşamından, konuşma üslubundan, saç tıraşından ve erkek ise bıyık şeklinden, hükümetlerin soyut kişilikleri bile etkilenmektedir.
"Herkes kendi yükünü taşımaya alışmalı!"
Mehmet Güler çağdaş Nasrettin Hoca Aziz Nesin'i anlatırken,bir seyahatlerinde ona yardım etmek için el çantasını taşımaya teşebbüs edince aldığı cevabı böyle nakletmektedir: "Herkes kendi yükünü taşımaya alışmalı." İnsanlarımız,yalnız bu kurala uymaya özen gösterseler,ne çok işimizin daha kolay ve daha çabuk sonuçlanacağını göreceklerdir.
Aziz Nesin "Kültür"ün kuşaklar boyu süren uzun bir süreç olduğunu şu hikâye ile anlatmaktadır:
"Bir Hintli zengin, bir İngiliz soylusunun mâlikhanesine konuktur. Hintli, sabah uyanıp balkondan bahçeye bakınca, ev sahibi İngiliz soylusunun bir silindirle bahçenin çimenlerini ezdiğini görür. İngiliz soylusuna, niçin çimenleri ezdiğini sorar. İngiliz, silindirle böyle ezerek İngiliz çimi denilen dünyada ünlü çim türünü elde ettikleri yanıtını verir. Hintli:
-"Öyleyse" der; "Hindistan'a dönünce ben de sizin gibi çayırı çimeni silindirle ezerim."
İngiliz soylusu:
-"Evet ama," der; "Biz İngilizler bu çimleri beşyüz yıldan beri silindirle ezdiğimiz için İngiliz çimi olmuş!"
Kültür, işte böyle zengin bir birikimle elde edilir, yoksa bugünden yarına değil."
Aziz Nesin bir gizini şöyle açıklıyor:
"Erginlik çağımdan sonra bütün yaşamım boyunca hiçbir gece yalnız yatmadım. Her gece koynumda bir dünya güzeli saydığım bir öykü, bir şiir, bir oyun, bir roman, herhangi bir yazı tasarısı olmuştur; onlarla rüyalarımda yaşamışımdır..."
*
Aziz Nesin "gülmeyi" ve "gülmeceyi" şöyle anlatıyor:
"Mizah bir duygu olayı değil, tümüyle bir zekâ işlevi, düşünce olayıdır. İnsanlar zekâlarını işletirlerken ve derin düşünürlerken gülemezler. Çünkü düşünmek ciddi bir iştir... Diktatör filmi çekilip bittikten sonra, kendisiyle fotograf çektirmek isteyenlere Charlie Chaplin; "Çocuklar, artık filim bitti, biraz gülelim"der...
Aziz Nesin "toplumsal olayların" gelişimini şöyle anlatıyor :
"Bireyler toplumsal istencin dışında toplumu harekete geçiremezler. Tersi; toplumsal birikim, toplumsal gizli güç, toplumsal istenç varsa, bunları ortaya çıkarmakta, çabuklaştırmakta, yada tersi yavaşlatmakta, yozlaştırmakta bireylerin de çok önemli rolleri olabilir. Mustafa Kemal toplumsal devinimi hızlandıranlardan birisi. Aydınlar toplumu yeterince harekete geçiremi-yorlarsa, başarısızlıklarını niceliksel azlıklarında aramak gerekir..."
Aziz Nesin "Allah"ın varlığını yorumluyor:
"Bazı insanlar 'Allah'a inanıyorum,ya varsa' diyor. Varsa bile Tanrı dinlerin anlattığından daha farklı olmalı. Eğer öbür dünyada Tanrı karşıma çıksaydı, derdim ki, 'Niçin dünyada görülmedin de gizlendin ? Aslında Tanrıların işi de zor. Düşününüz, Zeus Karaköy alanına inse, orada hemen rezil olur. İnsanların sorularına yanıt veremez. Trafik karmaşasından kendini kurtaramaz. Bunun için Tanrılar insanlara yakın
durmazlar, uzaklara, yükseklere kaçarlar. Bazı insanlar da böyledir. Büyüklüğünü bu yolla sağlarlar. Uzak durarak gizli gizli Tanrılığa özenirler..."
Aziz Nesin "zaman"ı anlatıyor:
"...'Yeniden dünyaya gelseydiniz ne yapardınız?'.. Çoğumuzun yanıtı hazırdır: 'Yine aynı şeyleri yapar, aynı biçimde yaşardım.'.. Ben de kaç kez bu soruyu hep bu biçimde yanıtladım. Bikez de 'Her ne yaptımsa, onları daha çok ve daha güçlü yapardım...' gibilirden yanıt vermiştim. Ne kendini beğenmişlik !.. Çünkü bize, yaşadığımızdan pişman olmamayı yiğitlik diye belletmişlerdi. Pişman olmamak, yaşamdan ders almamak, yani boşuna yaşamak demektir. Ders alma-yacaksam, yanlışımı anlamayacaksam, daha güzelini yapmak ve yaşamak istemeyeceksem ben o geçmişi niçin yaşadım ?... Bana öyle geliyor ki, zamanımı iyi kullanabilseydim, bugün yetmiş değil, bu yetmiş yılda yüzkırk yaşımda, yani enaz iki kat verimli olurdum..."
Aziz Nesin; "Atatürk'çülük deyince biz şunları anlıyoruz" diyor:
"1-Önce, her bakımdan -yani ekonomik ve sosyal- ve tam anlamıyla 'Ulusal bağımsızlık.'
2-Kurduğu partinin programına koyduğu 'Halkçılık, halkçılık için Devletçilik, bu ikisinin sürekli olması için Devrimcilik, bunların engellerini kaldırmak için Laiklik, Ulusçuluk ve Cumhuriyetçilik.
3-Zamanın koşullarına en iyi ve en uygun uyarlanma 'Şartlara intibak.'(Çünkü Atatürkçülüğün bir felsefi temeli yoktur ama, böyle bir gerçekçi temeli vardır.)
Bizim anladığımız gerçekçi Atatürkçülüğün özeti işte budur."
Bernard Show "Akıllı insan"ı şöyle tarif ediyor:
"Akıllı insan kendi aklını kullanır. Ama çok akıllı insan kendi aklının üstüne başkalarının da aklını ekleyerek kullanmasını bilir."
Aziz Nesin "Geçmişten ders almayı şöyle anlatıyor:
"Bireyler de toplumlar da geçmişteki,dahası bir önce
ki olay ve deneyimlerden ders alabilmiş olsalardı, olumsuz olasılıklar yeryüzünden kalkardı. Ama ne yazık ki insanoğlu, başkalarınınkinden değil, ancak kendi başına gelenlerden ders alabildiği için, acı olayları bir daha bir daha yaşamak zorunda kalıyor..."
Aziz Nesin; "Sanatı anlamak ve sevmek için kendini zorlamak gerekir" diyor ve devam ediyor:
"Picasso'nun resimlerini beğenenlerin çoğu da benim gibidirler; o resimleri gerçekten beğenip sevmezler, kendilerini beğenmek, sevmek zorunda duyarlar. İşte Picasso'nun büyüklüğü budur bence. Alışılmışın sınırlarını öylesine zorladı ki, o sınır çizgisini -bizim anlayış darlığımızı bile iterek- çok daha ileriye vardırabildi. Sanatı anlamak, sevmek, bir alışkanlığın sonucudur; bu alışkanlık da -cigara için bile- başlangıçta zorlamayla olur. Picasso oturduğu yerden, yaptığı resimlerle, dünyanın herbir yanındaki aydınları, kendini ille de anlamaya, beğenmeye, sevmeye zorladı, kendine alıştırdı."
Aziz Nesin "Gönül bağı"nı şöyle anlatıyor:
"Evet, Çin bize uzak bir büyük ülke ve Türkiye de Çin'e çoook uzak bir ülke... Birbirimizden uzaktayız, ama bizim birbirimize uzaklağımız, uzunlukla ölçülebilen bir uzaklıktır. Asıl korkunç ve kötü olanı, birbirlerinin yanında olup da yine birbirlerinden çok uzak olanların konumudur. Gerçek yakınlıksa gönül bağıyla bağlı olmaktır. Uzak yerlerde yaşasak da, birbirlerimize gönüllerimizden uzak olmayalım..."