OTUZ YILDA KADERİ DEĞİŞMEYEN BİR ÜLKE : TÜRKİYE !
Aşağıda okuyacağınız satırlar, bundan otuz yıl önce, 1969 yılı Aralık ayında, patronum Vehbi Koç’a
göndermiş olduğum bir yazının içeriğini anlatmaktadır. O dönemde, Paris’te 1968 Mayısında başlamış
olan öğrenci olayları Türkiye’ye de sıçramış, olaylar yüzünden İstanbul Üniversitesi kapatılmış, Taksim
meydanı sağcı ve solcular arasında kanlı çatışmalara sahne olmuştu. Olayların büyümesi karşısında, ülke
sıkıyönetime teslim edilmişti.
İşte, bu toplumsal ve siyasal çalkantılardan etkilenerek. 1969 yılından 1970 yılına girerken Vehbi Koç’a
göndermiş olduğum ve yeni döneme bakışımı yorumlayan yazım tahminimi aşan bir ilgiyle karşılanmıştı.
Vehbi Bey yazıyı öylesine benimsemişti ki, bunun Koç Topluluğundaki yönetici arkadaşlara tâmim
edilmesi tâlimatını vermiş, 1973 yılında başbakan olan Bülent Ecevit’e gönderdiği mektubuna da benim
yazımı ekleyerek görüşlerime verdiği önemi belli etmişti.
1970'li yıllarda yaşanacak olan olayları bir önsezi ile ortaya koymuş olduğum bu yazıda, Türkiyemiz, eski
bir konağın bahçesinde yılların yaşlandırdığı, meyvesi azalmış, dalları kısmen kurumuş ve bilgisizce
budanmış kocaman bir ağaca benzetilmişti. Konağın el değiştiren sahiplerine göre de, bu ağaca bazen iyi
bakıldığı, bazı yıllarda ise kurumasına ramak kaldığı belirtilmişti. Yazıda, ağaç ekonomik ve sosyal
hayatımızın, konak sahipleri memleketi yöneten hükümetlerin ve bürokrasinin sembolü olarak
gösterilmişti... 1960 yılındaki askerî müdaheleyi takip eden dönemde de, bu eski konağa ait bahçenin
kamulaştırıldığına, bilen bilmeyen herkesin bahçedeki ağacı kendi inancına göre canlandırmaya
çalıştığına değinmiş ve yorumumu şöyle devam ettirmiştim:
"Şimdi bu ağacın, 1970 yılından itibaren on yıllık bir devrede yeniden toparlanması, gösterilecek
ihtimama göre de kurumuş dalların filizlenmesi ve meyvelenmesi beklenecektir. Türkiye'nin solcuları eski
ağacın sökülüp atılması ve yerine yeni bir fidan dikilmesi taraflısıdırlar. Sağcılar, kamulaştırılan bahçenin
tapusunun kendilerine verilmesini istemekte ve bu ulu ağacı, dallarına dilek bezleri bağlanan bir türbe-
ağaç hâline sokma gayreti içindedirler. Gerçekçiler ise, bir taraftan serbest teşebbüsü teşvik ederek
bahçeyi gübrelemenin ve reformlar yaparak dalları budamanın gerekliliğine inanmışlardır."
Yazıda, yıllardır mücadelenin içinde yaşandığına, halkın, zaman zaman, kavganın ya taraftarı ya da
seyircisi olduğuna temas ediliyor, bu üçlü çatışmanın nasıl sonuçlanacağına cevap aranıyordu.
Yorumumu şu üç cümle ile kuvvetlendirmek istemiştim:
"Bu kavga bitmeyecektir! Hatta, önümüzdeki onyıl süresince şiddetlenecek ve daha bilinçli yapılacaktır.
Topluluk hayatı içinde, neşe, korku ve üzüntü gibi kavganın da sârî olduğu unutulmamalıdır. Bugünün
haberleşme kolaylığı, dünya milletlerini, önce kendi kendileriyle sonra da birbirleriyle kavga eden bir
toplumlar yumağı haline sokmuştur."
Gerçekten,1970'li yıllarda, tıpkı bugün olduğu gibi,"İşçi patronu ile, öğrenci öğretmeni, çocuk annesi ve
babası ile kavga halindedir. Memur devlet idaresi ile kavgalıdır. Sporcu hakemle, seyirci sporcu ile,
tüccar vergi dairesi ile, evsahibi kiracısı ile bitmeyen bir kavga içindedir. Kavganın insanları sinirli
yaptığı, sinirli insanların ise isabetli karar vermekte zorluk çektikleri görülmektedir. İsabetli kararlar
alınamayınca işler daha kötüye gitmekte, işler kötüleşince kavga daha da büyümektedir" .
Yazı şu tahmin ve temenni ile sonuçlanıyordu:"Önümüzdeki onyıl, Türkiye için şiddetli kavgalar devri
olacaktır. Bu, değiştirilmesi mümkün olmayan bir kaderdir! Bu onyıl süresince Türkiyede her kademede
görev alacak insanların, başbakanından polis müdürüne, şirket yöneticisinden sendika başkanına kadar,
kendi alanlarında bilgi ve deneyim sahibi olmaları, akıl danışmayı ayıp saymamaları, önemli kararları
uzman kişilerle tartışarak ve danışarak uygulamaya koymaları, hataları kabul edecek ve düzeltecek
hoşgörüye sahip bulunmaları ve nihayet namuslu ve taahhütlerine sadık olmaları gerekecektir. Bu
takdirde, kavgalı dönemde alınacak yaralar ağır olmayacak ve konağın bahçesindeki ağaç her yıl daha
bol meyve vermeye başlayacaktır."
Son cümle ise umut doluydu; "Türkiye'nin akıllı insanları artık bütün güçlükleri yenecek sayıya ve düzeye
ulaşmışlardır!"
Bu yazının kaleme alındığı ve bu umudun belirtildiği 1969 yılından tam otuz yıl sonra, toplumsal ve
bireysel yaşamın her alanında gerçekleştirilmiş olan gelişmelere, kazanılmış olan deneyimlere ve alınan
derslere rağmen, 18 Nisan seçimlerine nasıl bir çaresizlik içinde yaklaşıldığını görüyor, Türkiye
Cumhuriyeti’nin 75 yılında, çoğunluk olarak, demokratik rejime olan güvenin yıprandığını hissediyorum.
Bu kararsamlığa rağmen, diliyor ve umuyorum ki, Türkiye’nin akıllı insanları, 18 Nisan seçimlerinde, bu
defa, bütün güçlükleri yenecek anlayışa ve erdeme kavuştuklarını kanıtlasınlar.
Can Kıraç Şubat 1999