Can Kıraç

İŞ DÜNYAMIZIN KUŞAKLARI

Bence, Cumhuriyet döneminde, kendi iradesiyle ve olanaklarıyla girişimci olan herkes (1923'te veya 2001'de olsun) birinci kuşaktır. Örneğin; Vehbi Koç, Asım Kocabıyık, Şarık Tara ve bu tarife giren diğerleri gibi iş hayatına atılanlar Cumhuriyet döneminin birinci kuşak girişimcileridir.

İkinci kuşak, birinci kuşağın çocuklarından oluşmaktadır. Bunlar aile olarak sermaye kontrolünü ellerinde bulundurdukları için babalarının kurduğu şirketlerde patronluğa soyunmuş olanlardır. Sakıp Sabancı, Bülent Eczacıbaşı, Rahmi Koç, Halis Komili ve bu tarife uyan diğerleri gibi. Başka bir ifadeyle, bunların girişimciliği ve patronluğu miras yoluyla elde edilmiştir.

İkinci kuşak içinde, babalarından devraldıkları işi büyüten girişimciler bulunmaktadır. Bunun en başarılı örneği Sabancı kardeşlerdir.

Üçüncü kuşak ise, gene sermaye hakimiyeti ailenin elinde bulunduğu için, miras yoluyla patronluğa yönelen torunlar gurubudur. Mustafa Koç, Ali Sabancı ve bu tarife giren diğerleri gibi.

Birinci kuşak patronlar, iş hayatında eğitimin önemini yaşayarak öğrendikleri için, çocuklarını, Avrupa ve Amerika'da yetiştirmeye özen göstermişlerdir. Bu yönüyle, ikinci ve üçüncü kuşak patronlar, çağdaş yönetim kurallarını ve mesleki bilgileri öğrendikleri için profesyonel kadrolarla daha uyum içinde çalışmaya yönelmektedirler.

Bugün, Türk ekonomisinin belkemiğini oluşturan sınai, ticari şirketlerin ve holdinglerin tamamı Aile Şirketi olma özelliklerini korumaktadırlar. Girişimci patronların ikinci kuşağı ve kademe kademe üçüncü kuşak işbaşına geldiği ve sermeye piyasası yaygınlaşmaya başladığı halde, sermaye hakimiyeti ailelerin kontrolünde kaldığı için , yabancı ortaklı şirketler dışında, gerçek anlamda kurumlaşmaya ulaşılamamaktadır.

Bununla beraber, profesyonelleşme ve yönetim politikalarının belirlenmesi konularında önemli adımlar atılmaktadır. Nitekim, profesyonel yönetici olarak tanımlanan, sayıları ve etkinlikleri giderek artan yeni bir kuşak, bugün özel sektör şirketlerinde görevler ve sorumluluklar üstlenmektedir.

Bizde, şirketlerin ailelerden soyutlanarak kurumlaşmaları daha zaman alacaktır. Bu aşamanın gerçekleşmesi için, torunlar kuşağının da devrini tamamlaması gerekecektir.

Bu durumu, Türk özel sektörünün gerçekleştireceği atılımlar bakımından olumlu bulduğumu belirtmek isterim. Çünkü, bu aşamada, yeni girişimlerde atılganlığı ve riske girme cesaretinin kullanılmasını, ekonomimizin gelişmesi ve güçlenmesi için gerekli görüyorum. Zira, akıllı bir patronun, çalışanların iş yapma heyecanlarını ve rekabetle yarışma dürtüsünü teşvik ettiğine inanıyorum. Verimi artırıcı kararların alınmasında ve uygulamaya konmasında, patronların, profesyonellerden daha rasyonel davrandıklarını görüyorum. Son yıllarda, Anadolu?nun değişik yerlerinde ortaya çıkan aile şirketlerinin ekonomi içinde sağladıkları başarıların, bu görüşümü doğruladığını sanıyorum.

Ancak, aile bireyleri arasında, işlerle ilgili olarak, görev, yetki ve sorumluluk ilişkileri ayrıntılı bir şekilde kurallara bağlanmadığı hallerde, şirketlerin varlığı ve devamlılığı tehlikeye düşmektedir. Kıskançlıklar ve parasal menfaatler aile içindeki ahengi bozmakta, karşılıktlı güven duygusunu yok etmektedir.

Bu olumsuzluğu önlemek için, aile şirketlerinde, yönetim kuralları yazılı belgeler haline getirilmeli ve belirlenen kurallara aynen uyulmalıdır. Ayrıca, aile şirketlerinde güvenli bir denetim sistemi muhakkak uygulamaya sokulmalıdır. Halka açık şirketlerin ise süratle şeffaflaşması sağlanmalıdır.

Bugünün modası küreselleşme ve bilimselleşme olduğu için, bu konular, bütün girişimcilerin gündeminde hedef olarak öne çıkmış bulunuyor.

Ayrıca, Türkiye'nin bir türlü kurtulamadığı ekonomik ve siyasal krizler sebebiyle iş dünyasının siyasete bakışında da önemli değişiklikler yaşanmaktadır.

Meslek Odaları nın ve Tüsiad, Müsiad gibi kuruluşların, sık sık, ekonomik ve sosyal politikalarla ilgili görüşlerini açıklamaları, böylesine çok sesli bir ortamda, işadamlarının, önümüzdeki dönemde, siyasi kadrolar içinde rol almaya hazırlandıklarının işareti gibi geliyor bana.

Olayların tarihi akışına baktığımızda, Cumhuriyetle beraber, Türk işadamının, siyasi partileri etkileyerek kendini güvence altına almaya daima önem vermiş olduğunu görüyoruz. Tek parti döneminde, mütegallibe olarak adlandırılan ve bölgelerinin önde gelen tüccar ve çiftçileri CHP içinde etkin roller üstlenmişlerdi.

1946'dan sonra, Demokrat Parti, işadamlarının ve kırsal kesim ağalarının omuzlarında yükselmiş, Celal Bayar ve Adnan Menderes onların destekleriyle iktidar koltuğuna oturmuşlardı.

1960 ihtilâl i işadamlarının politikaya olan heveslerini azaltmış, ancak, iş çevreleri, 1965 yılında Adalet Partisi ile Süleyman Demirel'in iktidara gelmesinde gene baş rolü oynamışlardı.

1980 yılında askerî yönetimin Turgut Özal'a gösterdiği güven ve onun bu güveni Anavatan iktidarına çevirme becerisi, Türk işadamlarına yeni ufuklar açmış oldu.

Bugün, iş ve siyaset dünyasındaki tarihi ilişkileri dikkate alarak, önümüzdeki dönemde, işadamlarımızın siyasi partilerde aktif göreve talip olacaklarını sanıyorum. Yaşanan bunca skandal ve ekonomik krizden sonra, genç kuşak işadamlarının politikaya bakışlarının ve siyaseti etkileme düşüncelerinin önemli nisbette geliştiğini görüyorum. Ve, bu gelişmeden, memleket için büyük yarar doğacağına inanıyorum.

Tasarım ve Uygulama entegresoft