Yaşanmış Olaylar

Cumhuriyet ve Vehbi Koç

CUMHURİYET DÖNEMİNDE ANADOLU'DA TİCARET ve VEHBİ KOÇ

Can Kıraç

VEHBİ KOÇUN ÖLÜMÜNÜN BİRİNCİ YILDÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE

"BAŞLANGICINDAN GÜNÜMÜZE ANADOLU'DA TİCARET" KONULU
KONFERANS DİZİSİ İÇİN HAZIRLANMIŞTIR.
(SADBERK HANIM MÜZESİ-22 ŞUBAT 1997)

Yirminci yüzyıla girildiği günlerde, Ankara'lılar, geleceğin nasıl şekilleneceğini bile düşünmek istemeyen, içlerine kapanmış, devlet otoritesine küsmüş, sahip olduklarıyla yetinmeye razı bir Anadolu şehrinin iddiasız ve ihtirassız sakinleri olarak yaşamlarını sürdürüyorlardı.

600 yıllık bir tarihin üstünde yükselen Osmanlı İmparatorluğu, yaşanmış, şan, şeref ve zaferlerle dolu yıllardan sonra, ilkesiz devlet anlayışı ve beceriksiz yönetimler yüzünden parçalanmaya başlamıştı. Bu, hüzün ve felaket dolu döneme gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, artık kaçınılmaz olmuştu... Ve, imparatorluğun hudutlarını saran savaşlar, eyaletlerinde yaygınlaşan isyanlar, Anadolu insanının geleceğe olan inancını sarsmaya yetmişti.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, ticaret hayatında dikkati çeken bir özellik, azınlık statüsündeki gayrı Müslimlere tanınmıs olan imtiyazlardı. Bu ayrıcalıklar yüzünden; Musevi, Rum, Ermeni ve Levanten tüccarlar, piyasaları bütünüyle kontrolleri altına almışlardı. Yıllar boyu haksız bir rekabetle köşeye sıkışmış ve hayat sahaları daralmış olan Anadolu tüccarı, sonunda, Millî Mücadeleyi, kendi varlığının kurtuluşu olarak kabullenmiş, Mustafa Kemal'i, mütevazı gücüyle desteklemeye başlamıştı. İşte, Kurtuluş Savaşımız böyle bir ortamda başarıya ulaşıyordu... Dört yıl boyunca, iç ve dış düşmanlarla, dişe diş-göze göz mücadele ediliyor ve yeni bir Türk Devleti, "Cumhuriyet"in temelleri üzerinde yükselmeye başlıyordu.

Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, Osmanlı İmparatorluğu'ndan dev-raldığı miras yürekler acısıydı! Sanayi yoktu. İmlathane niteliğindeki işyerlerinin sayısı 400 atölyeden azdı. Bu imalathanelerde çalışan insan sayısı 20 binlerle ifade ediliyordu. Kapitülasyon idaresinin sömürücü düzeni zanaat erbabını küstürmüştü. Demiryolları, limanlar, elektrik idareleri ve ulaştırma hizmetleri yabancı şirketlerin kont-rolündeydi.

Bu olumsuzluklar yetmiyormuş gibi, Cumhuriyet yönetimi, Düyun-u Umumiye denilen Osmanlı borçlarını da ödemeyi üstlenmişti...

17 Şubat 1923 tarihinde İzmir'de toplanan Türkiye İktisat Kongresi, yeni Türk Devleti'nin iktisat politikalarını belirlemesi bakımından büyük bir önem taşıyordu. Lozan görüşmelerinin sonuca bağlanamadığı bir dönemde toplanan bu kongre ile, dış dünyaya da bir mesaj vermek amaçlanmıştı. Nitekim, İzmir İktisat Kongresinde özel girişimcileri destekleyecek politikaların benimsenmesiyle, Batı 'ya , Cumhuriyet yönetiminin, Sovyetler Birliği çizgisinde, komunist bir rejime yönelmeyeceği güvencesi açıklanmış oluyordu. 1923 yılında Mustafa Kemal Paşa'nın bir konuşması, O'nun, ekonomideki toplumsal bakışını belirlemesi bakımından çok ilginçti. Mustafa Kemal Paşa görüşünü şöyle açıklamıştı:"... Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh biraz parası olanlara düşman olacak değiliz. Bilâkis memleketimizde birçok milyonerin, hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız."

Böyle bir ortamda, Koçzade Vehbi'nin, başarılı bir öğrenci olduğu orta okulu bırakıp esnaflığa soyunması, onun girişimci karakterini ortaya çıkaran en önemli göstergedir. Koçzade Vehbi'yi, genç yaşta girişimci olamaya iten temel etkenlerden birincisi, ticaret hayatında, azınlıkların başarılarını görerek onlarla yarışa girme kararı olmuştur. İkincisi ise, Cumhuriyet döneminin, iş dünyasına kazandıracağı hudutsuz imkânlardan yararlanma ön sezisidir. Vehbi Koç bu duygusunu şöyle ifade etmektedir: "...Artık, ticarete atılıp zengin olmaya karar verdim. İlk hedefim, kazanacağım elli bin lira ile, Ankara'da beş katlı bir mağaza sahibi olmaktı." Koçzade, bu kararını verdikten sonra, Karaoğlan Çarşısı'ndaki fotografçıya uğramış, başındaki fesi sağ kaşının üstüne yatırarak bir hâtıra fotografı çektirmişti. Böylece, ulusal burjuvazi geleneğinin gelişmemiş ortamında ve Anadolu'nun göbeğinde, genç bir adam, kendini, "Bakın, ben neler yapacağım!" inancı ile ortaya atmış oluyordu.

Vehbi Koç'un işadamı kişiliği, ekonominin ve toplumsal yaşamın kurallarına uygun biçimde gelişmiş ve oluşmuştur. 1920 Türkiyesinde Müslüman bir girişimcinin, işe bakkal dükkanı açarak başlaması çok doğaldı. Esnaflıktan tüccarlığa geçişte, 1926 yılında, firmanın "Koçzade Ahmet Vehbi" olarak Ankara Ticaret Odasına kaydedilmesi yeni bir aşama oluyordu. Ankara'nın "Hükümet Merkezi" olması ise Vehbi Koç'un vizyonunu genişletiyor ve onu Müslüman olmayan iş adamlarına karşı yarışa sokuyordu. Burada Vehbi Koç'un çarpıcı bir yanı ortaya çıkmaktadır. Musevi, Rum ve Ermeni işadamlarının başarı sebeplerini araştıran Vehbi Koç, gayrı-Müslimlerin "işi bilen" insanları kullandıklarını anlıyor ve kendisi de, hemen "işi bilenleri" yanına alarak işlerini genişletmeye koyulu-yordu. Her yeni işe girerken de, seçtiği "işi bilene" küçük te olsa ortaklık hakkı tanıyordu. Böylece, çalışanlar, kendileri için de çalıştıklarını hissederek daha verimli olmaya gayret ediyorlardı.

Böylece, " Koç İmparatorluğu"nun temelleri atılıyor ve Vehbi Koç "mucizesi" gerçekleşmeye başlıyordu.

Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda, 1929'da, dünya ekonomisini etkileyen "büyük buhran" genç Türk devletini de sıkıntıya sokmuş ve devlet kapitalizminin doğuşuna sebep olmuştu. Bu sıkıntılara rağmen, Cumhuriyetin asker ve bürokrat kökenli yönetim kadroları "özel girişimciliği" geliştirici uygulamalara önem vermiş ve yeni bir "Türk işadamları sınıfının" doğuşuna öncülük yapmışlardı.

Türkiye'nin sanayileşme süreci incelendiği zaman, özel teşebbüsün sermaye ve yetişmiş insan gücü bulunmadığı için, 1930'lu yıllarda. "devletçiliğin" bir Cumhuriyet politikası yapıldığı görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı ve onu takip eden yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin kapitalist sisteme verdiği ivme ve Türk siyaset hayatındaki değişimler, ekonomik hayatımızın işleyişine yeni boyutlar kazandırmıştı. Sanayici olmak için ihtiyaç duyulan sermaye birikimi, ticaretten kazanılarak fabrika yatırımlarına dönüştürülmüştür. Bu anlamda, Vehbi Koç, sırasına göre; önce esnaf, sonra tüccar ve nihayet sanayici olmuştur... Bu ortamda, Vehbi Koç, 1950'li yıllara gelindiğinde, Türkiye'nin gelişme yönünü, halkın beklentilerini sezinlemiş ve çalışma arkadaşlarıyla beraber, hem mevcut işleri büyütme hem de yeni alanlara yatırım yapma planları hazırlamaya başlamıştı.

Vehbi Koç'un çarpıcı bir başarısı da, Cumhuriyet Türkiye'sinde, Türk işadamına önce güven duygusu ve sonra kimlik kazandırmış olması gerçeğidir. Vehbi Koç hayatı boyunca, mücadele etmenin heyecanını yaşamış, başarıya ulaşmanın mutluluğunu tatmış ve zaman zaman da kaybetmenin hayal kırıklığını içine sindirme olgunluğunu göstermişti. Vehbi Koç bu deneyimleriyle, Türk işadamının yoklukları ve güçlükleri aşarak, çağdaş bir girişimci olabileceğini kanıtlayan bir öncü olmayı başarmıştı. Benim gençlik yıllarımda, okullarda öğrencilere; "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" sorusunu, gençler; " Vehbi Koç olmak istiyorum!" diyerek cevaplarlardı. Bunun içindir ki, Vehbi Koç, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, yalnız askerlik yapan, ya gazi ya da şehit olan Müslümanların, Cumhuriyet döneminde başarılı işadamı olabileceklerini kanıtlamış bir önderdir.

Vehbi Koç, kişiliğiyle, ülkemizde; üretken olan, devamlı yeni iş alanları açan, sosyal konularla ilgilenen, vergisini doğru ödeyen, dürüst ve saygın işadamı modelini de oluşturmuştur. O'nun bu yönü, toplum tarafından takdirle karşılanmaktatır. 1980'li yıllarda ortaya çıkan "köşe dönmeci"lerin çoğalması, kamu oyunun dürüst işadamına, haysiyetli bürokrata, seviyeli politikacıya olan özlemini kuvvetlendirmiştir. Bu dönemde her alanda yozlaşan sistemin düzelebilmesi için "yükselen değerler" arayışı hızlanmıştır. İşte, Vehbi Koç, dengeleri bozulan böyle bir ortamda; sergilediği davranış biçimi ve aşırıya kaçmayan görüşleriyle, mütevazı kişiliği ve sade yaşam tarzıyla insanların sevgisini kazanmayı başarmıştır. Bu yönleriyle, Vehbi Koç, Türk işâleminin "lider duayeni" olma payesini hak etmiş oluyordu...

Vehbi Koç'un şu sözleri unutulmamalıdır :

"...En lüks hayatı yaşayabilir, en lüks yerlerda oturur, en lüks arabalara binebilirdim. Bunların hiçbirisini yapmadım. Çocuklarıma ve iş arkadaşlarıma kötü örnek olmak istemedim. Davranış-larımdan dolayı pişmanlık hissine hiç kapılmadım. Hayata bir daha gelsem yaptıklarımı aynen tekrarlar ve devam ettirirdim."

Vehbi Koç, Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı olunca büyük prestij kazanmıştı. O dönemde, CHP, parlamanter sistemin tek partisidir. İsmet İnönü hem Millî Şef hem de Cumhurbaşkanı'dır. CHP, ismiyle halk partisi olduğu halde, gerçekte şehir ve kasaba zenginlerinin, çiftlik ağalarının, o günlerin tabiriyle "Mütegallibe"nin desteklediği bir siyasi kuruluştur. Vehbi Koç, başarılarıyla CHP yöneticilerinin dikkatini çekmeye başlamış, o yıllarda hükümet erkânı ve İsmet İnönü ile dostluk ilişkileri kurmuştu. Bu ilişkiler, Vehbi Koç'u CHP'nin "Kırklar Meclisi"ne getirmişti. "Aramıza katıl, fikirlerinden yararlanalım." teklifi Vehbi Koç'u onurlandırmıştı. Bu üyeliği, memlekete hizmet sunulacak bir yer olarak kabullendiği için de çok önemsemişti. Kendisi, iş arkadaşları Hulki Alisbah ve Cafer Tüzel'i yanına alarak, ekonomik sorunlarla ilgili raporlar hazırlamaya başlamıştır. Ancak, kısa bir süre sonra "Kırklar Meclisi"nin bu görüşleri dikkate alma niyeti olmadığını anlamış ve çalışma şevki kırılmıştır. Bu kırgınlıkla,Vehbi Koç CHP'nin kendisine yaptığı milletvekili olma teklifini de geri çevirmiştir. Ancak, bütün bu olup bitenler, Vehbi Koç'a, CHP'li damgasını vurdurmuştu. 14 Mayıs 1950'de, Demokrat Parti büyük bir ekseriyetle iktidar partisi olunca, memlekette, Demokrat Partili olma saltanatı başlamıştı. Demokrat Partililer CHP'li Vehbi Koç'u çekemiyor, açtırdıkları tahkikatlarla O'u yıldırmak istiyorlardı. 1960 yılında, 27 Mayıs İhtilâline bir kaç ay kala, Vehbi Koç, baskılara dayanamıyor ve CHP üyeliğinden ayrılıyordu. Ancak, DP'ye geçmeyi kesin olarak kabul etmemişti. O günden sonra da, iş adamlarının siyasi partilere katılmalarının doğru bir karar olmadığına inanmıştı... Dünyanın bütün ülkelerinde, işadamları ile siyasetçiler arasında sıkı ilişkiler bulunmaktadır. Partiler, iş adamlarından önemli parasal destek sağlamakatadırlar. Bizde de, 1946 yılından itibaren, demokratik sistemle beraber bu ilişkiler gelişmiştir. Bütün partiler kendi işadamlarını oluşturmaya özen göstermişlerdir. Bu ilişkileri, demokratik sistemin hem bir gereği hem de ciddî bir zaafı saymak mümkündür.

Geride kalan yıllar boyunca, her alanda, köprülerin altından çok su akıp gitmiştir... İkinci Dünya savaşının sıkıntıları, 1954/1960 döneminde ekonominin içine düştüğü buhranlı yıllar, fırsatçı ve karaborsacı işadamını yaratmıştı. Millî Korunma Kanunları, işadamını, toplum karşısında suçlu durumuna sokmuştu. 1970 ve 1980'lerin hayalî ihracatçıları, tahsis ve teşvik avcıları, işadamı imajını zedeli-yordu. 1990'larda yaygınlaşan banka kredileri soygunları, köşe dönücülük, işadamlığının marifetleri olarak gösteriliyordu. Bu olumsuz gelişmelere rağmen, bugün, kamu oyunca saygı ve hayranlık duyulan bir işadamı kimliği oluşmuş bulunmaktadır.

Bu işadamının kimliğinde; vergisini ödemek, sosyal sorumluluk üstlenmek, işgücü yaratmak, yeni yatırımlara ve ihracata yönelmek, iç ve dış rekabete açık olmak gibi ilkeler bulunuyor... Ekonomi felsefesiyle ilgili temel kavramların değiştiği, Marksizmin, katı kurallı sosyalizmin tasviye edildiği bir ortamda, artık ülkemizde de işadamına "güvenilir kurtarıcı" gözüyle bakılıyor...

Bu süre zarfında; Marksist, Leninist ve sosyalist inançların tutarlılığı kalmamış, demokratik sistemin insan tabiatına daha uygun olduğu ve toplumsal yararlılığı anlaşılmıştır . Rekâbet, ilerlemenin itici gücü olarak benimsenmiştir. Bu gelişmeler; Sovyet İmparatorluğunun dağılmasına, Demirperde'nin ve Berlin duvarının yıkılmasına, Çin'de bile liberal ekonomi uygulamalarının başlatılmasına sebep olmuştur... Bizde de, büyük yanlışlıklar ve zamanlama hataları yapılmış olmasına rağmen,1983'ten bu yana, ekonomik alanda önemli gelişmeler sağlanmıştır. Pazar ekonomisine ve serbest kur politikasına geçilmesi, yap-işlet-devret sisteminin benimsenmesi, ihracatın öne çıkması, özelleştirmenin başlatılması, Gümrük Birliği'ne katılmamız bunlardan bazılarıdır.

İş dünyasında, hatta her alanda başarılı olmak için, kişinin kendi kurallarını öne çıkarması gerekir. Lider kişiliğinin oluşmasında; hedefi belirlemenin, takipçiliğin, çevresine hükmetmenin yanında acımasızlığın da önemli bir yeri vardır. Gerçek bir iş dünyası lideri olan Vehbi Koç'un kişiliğinde bu özelliklerin hepsi bulunuyordu. O'nun hayatında "İş" daima birinci planda durduğu için, dostluk ilişkileri yüzeysel kalmıştır. Vehbi Koç, her vesileyle, çocuklarından ve iş arkadaşlarından, çalışma arakadaşlarıyla dostluk ilişkisi kurmamalarını istemiştir... Bugün, yönetim felsefesinde önemli değişiklikler oluşuyor. İnsan ilişkileri daha çok önem kazanıyor. Otoriter patronun yerini; insancıl, "takım kaptanı" yaradılışlı patronlar alıyor... Vehbi Koç, değişik meslekteki insanların görüşlerini öğrenmek, onların hayat felsefelerini anlamak için iş dünyası dışında bulunanlarla ilişki kurmaya önem verirdi. Örneğin; tiyatro sanatçıları Metin Akpınar, Zeki Alasya, yazarlardan Mehmet Barlas, Güneri Cıvaoğlu, müteahhitlerden Ayduk Koray, mimarlardan Aydın Boysan, doktorlardan Gürbüz Barlas, turizm işletmecisi Beyti Güler bunlardan bazılarıydı. Yürüyüş gurubuna katılanlar ise mevsime ve yerine göre değişik kişilerden oluşurdu. Vitali Hakko'nun bu konudaki anısı çok anlamlıdır. Birgün, Vitali Hakko da yürüyüşe katılmaya karar verir ve Yeniköy sahilinde buluşulur. Vehbi Koç Vitali Hakko'yu gurupta görünce şu yorumu yapar: " Sen yaman adamın tekisin! Aramıza katıldığına göre, muhakkak bizlerden birşeyler öğrenmeye çalışacaksın." İşte bu yorum, biraz da, Vehbi Koç'un,bu gibi beraberliklerden beklediklerini açıklamaktadır bence...

Vehbi Koç, birçok yönüyle, alışılmışın dışına taşan bir patrondu. Beklenilenden daha fazla nazikti. İş arkadaşlarını mahçup edecek, onları başkalarının yanında zor duruma düşürecek beyanlardan kaçınırdı.

İnsanları bakışıyla ödüllendirir, gülüşüyle cezalandırırdı! Karar verdiği konularda bile, kendi görüşünü, patron edasıyla açıklamazdı. Her ortamda ve her zaman hayatı kendi kurallarına göre yaşama kararlılığına rağmen "Babacan Patron" görüntüsünü bozmamaya özen gösterirdi. İşin dışındaki temaslarda, Vehbi Koç'un, samimi bir mizah anlayışına sahip bulunduğu anlaşılırdı. Koç Topluluğu'nda yönetim kademelerinde çalışmaya devam edecek olanlar, O'nun bu "babacan patron" havasını özleyeceklerdir.

Vehbi Koç, "kurumsallaşmayı" kendisine hedef olarak seçtiği için, "Koç Bürokrasisi"nin yaratıcısı olmuştur. Vehbi Koç, aile bireylerinin keyfi kararlar almalarını önlemek ve aile içi görüş ayrılıklarının şirketlerin dağılmalarına mâni olmak düşüncesiyle, bürokrasinin gerekli olduğuna inanırdı. Bürokrasiyi bir "emniyet süpap"ı sayardı. Komiteler kurulacak, işi bilenlerin görüşleri alınacak, raporlar hazırlanacak, tartışılacak ve bu kademelerden geçildikten sonra karar aşamasına gelinecek... Bu sistemin, atılımların gerçekleşmesini geciktirmesine rağmen, önemli bir yararı olmuştur. Yanlış karar verme riski çok azalmıştır.

Vehbi Koç, gerçek anlamda laik bir cumhuriyetçiydi. Kendisi, dinî kurallara noksansız uymaya çalışır, fakat kimsenin dinî inanışlarına ve davranışlarına karışmazdı. Ben, Türk halkının, Vehbi Koç'un bu yönünü bildiğini ve algıladığını sanıyorum. Vehbi Koç, namazını kılan, orucunu tutan, Hacca giden, ama evinde ve davetlerde bir kadeh viski içmeyi günah saymayan çağdaş bir Müslüman'dı... Vehbi Koç'un 27 Şubat 1996 Salı günü yapılan cenaze töreni, Türk ulusunun O'na verdiği değeri belirlemesi bakımından çok anlamlı bir göstergeydi .O'nu tanımamış insanlar, Fatih Camii avlusunda, yol kenarlarında toplanarak, televizyonların canlı yayınlarını izleyerek Vehbi Koç'a olan hayranlıklarını ve takdirlerini belirtmek istemişlerdi. Böylece, Vehbi Koç'un "akıncı işadamı" kişiliği milletçe benimsenmiş oluyordu.

Eminim ki, gelecek yıllarda, araştırmacılar Vehbi Koç'un hayat hikâyesini değişik boyutlarıyla inceleyeceklerdir. Vehbi Koç'un dikkat çeken bir özelliği her olayı, her konuşmasını notlar halinde kâğıda dökmüş olmasıdır. Bu yazı hazinesi, araştırmacılara büyük kolaylık sağlayacaktır. Umarım ki, o zaman, "Can Kıraç da Vehbi Koç için yazmıştı." diyerek beni hatırlayacaklardır!..

Geride kalan bir yıl boyunca, Vehbi Koç'un çalışma arkadaşları ve dostları olarak, O'nu, anarak, aramızda ve yanımızda hissederek yaşadık. Bu duygu, O'nun, ilkelerini ve hayat felsefesini benimsetmek için, yaşamı boyunca, bizlere ne derece yoğun bir emek verdiğinin çarpıcı bir kanıtı oluyordu.

Memleket sorunlarının çeşitlendiği ve giderek dal-budak saldığı 1996 yılından bu yana, iş âleminin ve toplumun, Vehbi Koç'un sağduyulu uyarılarını özlemle beklediğini bilmekteyiz.

Vehbi Koç, olgunluk çağına girdiği 1960 dönemini izleyen yıllarda, toplumsal uzlaşmayı savunan, taraflar arasında diyaloğun önemini kavrayan, iş dünyamızın, kıdemli, deneyimli ve en etkili lideri konu mundaydı. Vehbi Koç, piyasa ekonomisinin bütün kurallarıyla yerleşmesinin siyasal istikrarla gerçekleşeceğini sezmiş ve buna, katılımcı, demokratik bir sistemle ulaşılabileceğine inanmıştı.

Vehbi Koç, Avrupa ile bütünleşmenin, Türkiye için vazgeçilmez bir hedef olması gerektiğini belirtirken, bunun, siyasette demokrasiye, ekonomide de serbest pazar ve rekabet kurallarına yönelmekle mümkün olacağını biliyordu. Bunun için de, Vehbi Koç, her zeminde Türkiye'nin aydınlık geleceğinin demokraside olduğunu ısrarla savunmuştu.

Bugün; demokrasi, insan hakları, temiz toplum, şeffaf yönetim özlemini dile getiren çevrelerin, Vehbi Koç gibi deneyimli bir sesin noksanlığını hissettiklerini görüyor ve duyguyu bizler de paylaşıyoruz.

Önümüzdeki dönemde, bu eksikliğin giderilmesi için, iş dünyası liderlerimize ve sivil toplum örgütlerine önemli uyarı görevleri düşecektir. Çünkü, Vehbi Koç'un inançla belirttiği gibi;" Devletimiz ve ülkemiz var oldukça bizler de var olacağız!"

Hayatı boyunca, Atatürk'ün çağdaş uygarlık hedefine yönelmiş olan Vehbi Koç'u, ölümünün birinci yıldönümünde, engin hayranlık duygularımızla ve özlemle anıyoruz.

22 Şubat 1997

Tasarım ve Uygulama entegresoft