Cumhuriyet - Zileli Röportaj

YAŞAMIN YENİ SAHİLİNDE SADE BİR YURTTAŞ...

41 yıl heyecan duyarak, zevkle çalıştım ama hep patronun gündemiyle yaşadım. Böyle bir disiplinle çalıştığım , hep patrondan önce işe gelip, patrondan sonra ayrılmak geleneğini sürdürdüğüm için bir an bunaldığımı hissettim ve dedim ki " Hayat bir noktada bitiyor. Sen, ey Can Kıraç kendi hayatını ne zaman yaşayacaksın?!.."

**Vehbi Bey benim kitapla ilgili kararımı hiçbir zaman içine sindirememiştir. Bülent Ecevit'in tabiriyle!.. Bazı toplantılarda Vehbi Bey'le karşılaştığım için bana kırgınlığını hissediyordum. O beni kendi kontrolü altında tutabilmek için "Aile Planlaması Vakfı'nın başına gel" dedi, "Türk Eğitim Vakfı'nı yönet" dedi, ikisini de reddettim!...

**Son dört yıldır hiçbir Koç Topluluğu toplantısına katılmadım. Yalnız Vehbi Bey'in ölüm yıldönümlerinde şahsi arkadaşlarına ve Koç üst düzey yöneticilerine mektup gönderiyorum, anmak için...Bir de kabrine gidip ordaki törene katılıyorum. Bunu kırgınlık olarak demeyeyim de içimde bir eziklik olarak taşıyorum.

Kendi isteğiyle ayrıldığı zaman Türkiye'nin en önde gelen topluluğunun en üst noktasında bir "profesyonel"di... Diğer bir anlatımla zirvedeydi. Ayrılmak isteğini açıkladığında kimse inanmadı, patronu Vehbi Koç bile!...Söylediği tarihte ayrıldı ve "hayatın yeni sahiline" geçti. Galatasaray başkanlığı dahil yapılan çok cazip tekliflerin hiçbirini kabul etmedi. 9 yıl sonra Can Kıraç'la Çamlıca'daki odasında anılarını, yaşama bakışını, emeklilik günlerini, Türkiye'nin sorunlarını, dostluklarını, kırgınlıklarını, duygusallıklarını ve gelecek için planlarını konuştuk...73 yaşındaki bu genç ve enerji dolu insanın yapmak istediği o kadar çok şey vardı ki...Söyleşinin sonunda tümünü gerçekleştirmesini diledim, içtenlikle... ÜMİT ZİLELİ

Türkiye'nin en önde gelen özel kurumunun en üst düzey kişilerinden biriyken "artık tamam" dediniz ve emekli oldunuz. Nasıl başardınız?..

- Ben çok hazırlıklı olarak koptum iş hayatından. Temel sebebi 41 yıl çok disiplinli yaşamış olmanın getirdiği sıkıntıydı, bunalımdı!..Tam 41 yıl heyecan duyarak, zevkle çalıştım ama hep patronun gündemiyle yaşadım. İş saatlerinde büromda gazete bile okumadım. Satın alıp kütüphaneye doldurduğum kitaplarımı okuyamadım. Böyle bir disip-linle çalıştığım, hep patrondan önce işe gelip, patrondan sonra ayrılmak geleneğini sürdürdüğüm için bir an bunaldığımı hissettim ve dedim ki *Hayat bir noktada bitiyor. Sen ey Can Kıraç , kendi hayatını ne zaman yaşayacaksın?!.."Kitap yazmak, şiir yazmak, resim yapmak istiyordum. Fakat bir türlü o zamanlamayı yapamıyordum..

Hep erteliyordunuz...

- Evet, hep erteledim, Fakat 91 yılına gelince yeter dedim!.. 87'den beri İdare Komitesi Başkanıyım, yani Koç Topluluğu'nda 1 numaralı profesyonelim. Hiç kimseye, ne Vehbi Bey'e ne Bernar Nahum'a haber vermeden bir üst düzey yöneticiler toplantısında *Sene sonunda bırakıyorum" dedim. Benden sonra konuşan Vehbi Bey, "Can bir şeyler söyledi ama anlamadım!.. dedi. Kimse inanmadı kısacası ama bıraktım. Artık hayatın yeni sahiline geçmenin zamanı gelmişti!..

Vehbi Koç nasıl karşıladı bunu?.

- Önce *Ne yapacaksın, boncuk mu dizeceksin" diye hafife aldı!. Ben de o an *Sizin hayat hikayenizi yazacağım" deyiverdim. Çok hoşuna gitti, "Bunu senden iyi kimse yapamaz" dedi. Sonra aile ile konuştum ve kabul ettiler. Ancak bir sorunla karşılaştım, ben kafamdaki kitap modelini Vehbi Bey'in kafasına göre değil, kendime göre yaptım. O kendine göre isteyince "yok" dedim, bu benim imzam.." O, benim Vehbi Koç adına yazacağımı zannetmiş! Yorumun bana ait olduğunu, bazı maddi hatalar, yanlışlar olursa düzeltebileceğimi söyledim. Sonunda "peki" dedi. Böylece "Anılarımla Vehbi Koç" kitabını yazdım. "Sayenizde ünlü bir yazar oldum!" dedim!

Tepkisi ne oldu?

-Tepkisi...Vehbi Bey benim kitapla ilgili kararımı hiçbir zaman içine sindirememiştir. Bülent Ecevit'in tabiriyle!.. Bazı toplantılarda Vehbi Beyle karşılaştığım için bana kırgınlığını hissediyordum. Ayrıca Vehbi Bey'i iki konuda reddetmiştim.. O beni kendi kontrolü altında tutabilmek için *Aile Planlaması Vakfı'nın başına gel" dedi. *Türk Eğitim Vakfı'nı yönet" teklifini yaptı. İkisini de reddettim...

Vehbi Bey'i sizden başka reddeden var mı?..
- Bilemem...

hiç tanık oldunuz mu 41 yıl içinde?..
- Hayır olmadım!..

Galiba biraz da bu nedenle kırgındı size?..

-Ama ben kendi yolumdan dönmedim!. Vehbi bey çok ilginç bir adamdı. Tepkilerini kamufle etmesini bilen biriydi. Bana gayet sıradan bir teşekkür mektubu yazdı. Sonra kitap 15. baskıyı yapınca ben Vehbi Bey'e bir mektup yazdım. *Sizin bana vermiş olduğunuz bu imkanlar sonunda ben ünlü bir yazar oldum" dedim!..Gerçekten de müthiş tepki aldım. Yüzlerce mektup geldi. Vehbi Bey'e de gitmiş!..

Aile sizi eleştirdi mi?.

- Suna Kıraç aileyi temsilen beni eleştirdi. "Hem Vehbi Koç'u yazmışsın, hem de bu arada kendini yazmışsın"dedi. Ben müthiş tepki gösterdim ve özellikle Suna'nın böyle bir uyarı yapmasını yadırgadığımı söyledim. Biyografi yazarı kendisinden bahsetmezmiş!.. Kardeşim, ben biyografi yazarı değilim ki, ben 41 yıl Koç Topluluğunda çalışmış Can Kıraç'ım!..

Uzaklaşma...Sanıyorum siz de bu eleştiriler ve Vehbi Bey'in kırgınlığı karşısında bir "uzaklaşma" yaşamışsınız, yanılıyor muyum?.

-Galiba öyle... Bu içimde o kadar devam ediyor ki, ben duygusal bir adam olduğum için, Koç Holding Yönetim Kurulu'ndan ayrıldıktan sonra, hemen hemen 4 yıldır hiçbir Koç Topluluğu Toplantısına katılmadım. Yalnız Vehbi Bey'in ölüm yıldönümlerinde şahsi arkadaşlarına ve Koç üst düzey yöneticilerine mektup gönderiyorum, anmak için... Bir de kabrine gidip oradaki törene katılıyorum. Bunu kırgınlık olarak demeyeyim de içimde bir eziklik olarak taşıyorum, evet....

Siz sıkı bir Galatasaraylısınız. Hatta birkaç kez başkanlık teklifi de aldınız yanılmıyorsam?..

- Bana ciddi olarak iki defa, hatta üç defa başkanlık teklif ettiler. İlk ikisi çalıştığım dönemde yapıldı. O vakit mazeret bulmak kolaydı. "Vehbi Bey beni kapının önüne koyar, kabul edemem!" diyordum. Emekli olacağım duyulunca bir heyet geldi, "Artık tamam, artık Vehbi Koç da yok. Sen başkan olacaksın.. "O dönemde Alp Yalman başkandı. Ben yapılan tekliflere kolayca hayır diyemem. "Bir düşüne-yim" dedim. Aslında hoşuma da gitmişti. Karıma gittim. "Nihayet başkan oluyorum" dedim. Yüzüme baktı, "İyi küfür ederler sahada, akşamları görüşürüz" dedi!.. Ben de jeton o vakit düştü. Hakikaten nasıl tahammül ederim bilemiyorum. Hakemlere de hayret ediyorum ben; kardeşim o kadar küfür yiyorsun, at şu düdüğü, git oradan!.. Neticede içim yana yana kabul etmedim başkanlığı. Kala kala bir Çamlıca Muhtarlığı kaldı, muhtar olup kapayacağım defteri!..

Emeklilik nasıl geçiyor?.

- Çok oldu..Hakikaten zaman yetmiyor. Cumhuriyet döneminde başarıya ulaşmış 20-25 işadamını konu alan bir kitap üstünde çalışıyorum. Ama zorlanıyorum çünkü roman üslubuyla yazıyorum. Bilgisayarla benim kolaj dediğim, fotomontaj yapıyorum. Okuyacağım çok sayıda kitap var. Böylece devam ediyoruz....

Bir daha çalışmak yok diyorsunuz...

- Ayrıldıktan sonra çok önemli teklifler geldi, ama Koç Topluluğu'nda 41 yıl çalıştıktan sonra iş ahlakıma namusuma yediremedim!.. Multimilyoner değilim ama, yaşam standardımı devam ettirecek gelirim var. O geliri de Koç hisse senedi portföyü sayesinde elde edi-yorum. Başka bir yerde çalışmayı kendime yakıştıramadım. Ben buna "Koç Kültürü" diyorum!..

TOPLUMU İSYANA TEŞVİK'LE SUÇLANAN İŞADAMI!

Yıl 1927 ...Gazi Çiftliği'nin kurulmasında büyük emeği geçen ziraat mühendisi Ali Numan Bey'e gelen haber heyecan vericiydi; "Mustafa Kemal Paşa sizi bekliyor!" Genç Türkiye Cumhuriyet'inin Cumhurbaşkanı, çalışmalarını takdirle izlediği idealist mühendise arzusunu şu sözlerle açıklayacaktı: "Seni Amerika'ya göndermek istiyorum. Orada Orta Anadolu toprağına uygun deneyim kazanacaksın..."

1927 yılı aynı zamanda benim doğduğum yıl olması açısından da önemliydi. Ben Gazi Çiftliği'nde doğdum. Adımı Mustafa Kemal koymuş, "adı Can olsun" demiş. O kuşaklarda hiç Can ismi yoktur, sonraki kuşaklarda vardır...

Ali Numan Bey, eşi ve yeni doğan çocuğu ile vakit geçirmeden Amerika'ya hareket etti. Dört yıl süreyle Kansas'ta "kuru ziraat" üzerine eğitim aldıktan sonra yurda döndü. Mustafa Kemal'in Ankara'da çalışmaya başlaması teklifine ise "Hayır" dedi.

Babam Eskişehir'e gitmek istediğini, kıraç topraklarda buğday ve tahıl üretimi için en ideal yerin orası olduğunu ve Anadolu'ya uygun tohum yetiştireceğini söyleyerek izin istemiş. Mustafa Kemal'in tüm ısrarlarına, "Genç eşin ve çocuğunla oralarda yapamazsın" demesine karşın, "Bu benim ülkeme borcum" diyerek kararını yenilemiş.

Küçük Can'ın ilk mektep hayatı Eskişehir'de geçti. Daha doğrusu şehrin beş kilometre dışındaki bir çiftlikte!. Soyadı kanunu sırasında Atatürk , Ali Numan Bey'e yaptığı çalışmaları göz önünde tutarak "Kıraç" soyadını verdi. Ortaokul ve liseyi Galatasaray'da tamamlayan Can Kıraç hem babasının hem de yetiştiği çiftlik hayatının etkisiyle ziraat mühendisi olmak istiyordu. İdeali babası gibi kendisini Türk tarımına adamak, modernleşmeyi sağlamak. Gerçekten de Ankara Ziraat Fakültesi'ni bitiridi ama düşünü gerçekleştiremedi.

-Üniversite sırasında Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nun başkanlığına seçildim. Bir süre sonra içimde siyaset heyecanı uyandı. 1950'de mezun olduğum sıralarda Demokrat Parti seçimleri kazanmıştı. Ben talebe lideri olarak bir hayli meşhurdum. Bir gün zamanın bakanlarından Samet Ağaoğlu'nun yanına gitmiştim. Bernar Nahum'un da randevusu varmış, ama özel kalem müdürü, "Sizin randevunuzu erteliyoruz. Çünkü içeride Can Kıraç ve arkadaşları var" demiş. Bernar Nahum babamı tanırdı, çıkışta benimle konuşup Vehbi Koç'a götürdü. Ve ben 29 Ağustos 1950 'de Koç Ziraat Makineleri bölümüne adımımı attım... Çıktığımda aradan 41 yıl geçmişti!..

Can Kıraç artık Koç'un elemanıydı. Ama Talebe Federasyonu'nun eski başkanı olarak İstanbul Üniversitesi'nin çıkardığı "İnkilap ve Gençlik" gazetesine başyazı yazıyordu. Demokrat Parti iktidarı ezanı tekrar Arapçaya çevirdikten sonra Atatürk heykellerine saldırıların başladığı günlerdi. 1 Nisan 1951 tarihli gazeteye yazdığı "Bana neslini ikaz" başlıklı yazısını okuyan Ulaştırma Bakanı Tevfik İleri mahkemeye müracaat ederek Can Kıraç hakkında "topluma isyana teşvik" suçundan dava açılmasını istedi...

-Önce önemsemedim ama iş büyüdü. Vehbi Bey avukatları seferber etti. Dava İstanbul'da başladı. Son celsede hakim son sözümü sorunca dava konusu yazımı büyük bir heyecanla ve gözlerim yaşararak okudum. Öyle ki; savcı beraat istedi!.. Ardından kalabalık bir gençlik topluluğu beni omuzlarına alıp Beyazıt'a kadar yürüdü!..

Can Kıraç Ankara'ya dönünce Vehbi Koç çağırdı. İşadamı genç elemanını uzun bir süre süzdükten sonra, "Sen çok meşhur bir adammışsın, bilmiyordum. Şimdi sana bir teklifim var" diyerek pencereye doğru yürüdü...

Pencereden eski TBMM binası görünüyordu. Vehbi Bey eliyle işaret ederek, "Sen buraya iş hayatını öğrenmeye değil, siyasete soyunmaya gelmişsin. Ben seni oraya göndereceğim!.." Böyle bir niyetim olmadığını söyledim. Ama bu çok önemli bir karar olduğunu söyle-yerek, "Git 24 saat düşün" dedi. Aslında teklif hoşuma gitmişti.

Babama danıştım. Bana, "Gözünü aç. Vehbi Koç sana bunu teklif etmişse bu bir uyarıdır. Maddi bağımsızlığın yoksa politika çıkar yol değildir" dedi. Ertesi gün Vehbi Bey'e "İş hayatına devam edeceğim" dedim.

Can Kıraç'ın 41 yıllık Koç macerası işte bu sözlerle başladı.

GARANTİ BANKASI NE KOÇ'A NE DE SABANCI'YA YAR OLDU!

Ankara'dana bir grup bankacının İstanbul'a ,Vehbi Koç'u ziyarete geldiği 1979 yılı, Türkiye'nin hem siyasi, hem ekonomik, hem de toplumsal açıdan tam bir kaos içinde çırpındığı dönemdi. Vehbi Bey'i tanıyan, ona "hemşerimiz" diye hitap eden bu kişilerin dileği basit ve yalındı; merkezi Ankara'da bulunan bankanın durumu pek iyi değildi. Acaba Vehbi Bey onların elinde bulunan "yönetmeye yetecek" hisseleri alarak bu bankanın sahibi olmak ister miydi?.. Koç'a satılmak istenen banka Garanti Bankası'ydı!.. Vehbi Koç derhal kurmaylarına başvurdu...

-Bizleri topladı ve bu bankayı alacağımızı söyleyip araştırma yapmamazı istedi. Yaptığımız inceleme sonunda bu grubun elindeki yönetim hisselerinin yüzde 35 dolayında olduğunu gördük. Bize yüzde 51 gerekiyordu. Hemen piyasaya çıkılıp dağılmış durumdaki hisselerden yeteri kadarını toplama kararı alındı. Tabii, ortalığı ayağa kaldırmadan!..

Ama Koç'u acı bir sürpriz bekliyordu; bankanın önemli miktarda hissesi Sabancı Holding'in elinde bulunuyordu ve onlar da piyasadan hisse toplamaya başlamıştı bile... Sonunda Sabancı'nın elindeki hisse oranı da yüzde 35'e ulaştı. Vehbi Koç, Garanti Bankası'nın Yönetim Kurulu Başkanlığı'na Can Kıraç'ı getirdi..

-Yahu ben ne anlarım bankacılıktan dedim ama dinletemedim. Sabancı da Yönetim Kurulu Üyesi olarak Oğuz Karahan'ı atadı. Ve savaş başladı!... Yeni yönetimin ilk toplantasında zaten eskiden beri yönetim kurulu üyesi olan emekli Orgeneral Turgut Sunalp (darbe döne-minin sonunda Milliyetçi Demokrasi Partisi'ni kuracak olan paşa), sigarasını yakmaya çalışan başkan Can Kıraç'a kocaman bir puro uzatarak, "sen artık bankacısın puro içmen lazım" deyiverdi!..

-Zenginliğin işareti bu olsa gerek diye düşündüm!.. İlk önce bankanın genel müdürü Erol Aksoy'un işine sona verdik. Onunla çalışmak istemedik!..

Aradan yıllar geçecek, Erol Aksoy da kendi bankasının sahibi olacaktı!.. Yeni yönetim işe başlamıştı ama işler hiç de iyi gitmiyordu. Koç-Sabancı çekişmesi tam üç yıl sürdü. Koç ne zaman sermaye artırımına gitmeye kalksa Sabancı'ya taviz vermekten bıkmıştı!.. O zamanın yasaları daha az hisse sahibinin bu tür arttırımları engellemesine olanak tanıyordu. Can Kıraç üç yılın sonunda son bir çareye başvurdu...

-12 Eylül darbesinin perde arkasındaki güçlü adamı Haydar Saltık'a gittim. İçinde bulunduğumuz sıkıntıyı anlattım. Bana hak verdi, mutlaka bir çözüm bulacağına dair söz verdi.

Ama olmadı!.. Darbenin en güçlü adamlarından Saltık Paşa bile durumu çözememişti!.. Koç Topluluğu bu sıkıntıdan kurtulmak için hisselerini işadamı Ayhan Şahenk'e sattı. Bir baktılar ki daha kendi satış işlemlerinin mürekkebi kurumadan Sabancı Holding de hisselerini aynı işadamına, Şahenk'e satmış!.. Bu olaydan sonra Vehbi Koç uzun yıllar banka sahibi olmaya yanaşmadı..

Tasarım ve Uygulama entegresoft