Türkiye?nin unutulmaz yöneticisi Can Kıraç, Başbakan Bülent Ecevit e, siyasetin üzerine çıkarak "bilge kişilik" ünvanına çıkmasını önerirken; Devlet Bakanı Derviş e de
tavsiyede bulundu...
Can Kıraç Türkiye Cumhuriyeti nin 20 unutulmayan yöneticisinden biri. 29 Agustos 1950 de başladığı Koç Grubu nda aralıksız 41 yıl çalıştıktan sonra 1991 yılının sonunda kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Yakın çevresindeki bazı kişilerin "Köşene çekilip sakin bir hayat yaşamak senin tarzın olamaz" uyarılarına aldırmayan Kıraç, aradan geçen 11 yılın sonunda oldukça mutlu. "Koç un Can ı" olarak tanınan, profes- yonel hayatın en tepesinde uzun yıllar görev yapan Can Kıraç, bu kararını şöyle açıklıyor:
"Yöneticilik yaşamımda hem iyi bir dinleyici olmuş hem de değişik fikinleri uzlaştırma bacerisi kazanmıştım. Böyle bir karakter , insanı daima özverili olmaya zorluyor. Özveriyle çalışmaktan bunaldığım ve yavaş yavaş kişiliğimin derinliğini kaybettiğimi hissetmeye başlamıştım. Ömür boyu emek verdiğim, ekmeğini yediğim Koç Topluluğu ndan kopma kararımı, hak ettiğim özgürlüğe kav uşma özlemi olarak yorumluyordum. Özgür yaşamak, hayatı başka yönleriyle tanımak, kendime zaman ayırmak, şiir yazmak, resim yapmak... Bunlar gibi bir yığın neden, birçok mazeret işte... Ben bu döneme hayatımın yeni sahili diyorum..."
İstanbul Çamlıca daki özel ofisinde yaptığımız sohbette siyasetten ekonomiye, İzmir den hobilere kadar birçok konuya girdik. Türkiye deki belirsizlik ortamının sürdüğü bir dönemde Kıraç, ilginç yorumlarda bulundu. Türkiye yi yönetenler Can Kıraç tan her zaman yararlanmalı ve örnek almalı...
- Koç ta sıfırdan başlayıp en tepeye çıkan ender kişilerden birisiniz. Türkiye de zirveye çıkanlar görevlerini bırakmamak için elinden geleni yaparken siz neden böyle davrandınız?
- 41 Yıl aynı toplulukta çalışmak zordur. Tarım Makineleri uzmanlığından bir numaralı yönetici oluncaya kadar kademe kademe sabırla çalıştım. Sonunda kendime ve aileme zaman ayırmam gerektiğini düşündüm. Bu kararımı en fazla yadırgayan Vehbi Koç olmuştur. "Ben emekli olamıyorum, sen kalkmış emekli olmaktan bahsediyorsun, bu ne demek ?? dedi bana. O zaman 80 yaşındaydı. Vehbi Bey e göre insanlar hayatlarının sonuna kadar çalışmalıydı. Bence, hayatımızıda dönem dönem değişiklikler olmalıdırr. Halbuki ben, işhatımda bazı kurallara sıkı sıkı bağlı kaldım. Örneğin, işyerinde gazete, kitap okumayı işime karşı dürüst bir davranış olarak babul etmedim. Yalnız iki defa tatilimi ikişer günden fazla olmamak üzere uzatmışımdır. O da uçak bağlantısındaki aksilikten olmuştur. Çalışmaya beraber olduğum arkadaşlarımdan önce gelmeye ve masamdan en son ayrılmaya 41 yıl boyunca özen göstermişimdir.
- Ama siz çalışırken de hobileri olan bir insandınız..
- Doğru.. Örneğin mavi boncuk merakım vardı. Bu Vehbi Bey in de kulağına gitmiş. Bir gün evime geldi ve "Mavi boncuk koleksiyonunu kendi gözlerimle görmek istedim! Sen bunlarla ne zaman uğraşıyorsun?" dedi. Vehbi Bey e, "Merak etmeyin, bunları pazar günleri yapıyorum!" dedim. O da, "Pazar günleri de senden iş istiyorum" diye sıkıştırınca, "Sizin işinizi yaptıktan sonra kendi meraklarıma yöneliyorum" şeklinde yanıtladım. Vehbi Bey, benim zamanımın tamamına sahip olduğunu düşünüyordu. Bu bir patronluk içgüdüsüydü! Arkadaşlarıma şu gerçeği hatırlatmak istiyorum; "Önce bir emekli olayım, sonra kendime merak alanı bulurum" demek yanlış- tır. Geç kalmış arayışlar yüzünden emekli olan birçok arkadaşımın mutsuz olduğunu gördüm.
- Gerektiğinde bırakmasını bilmek gerekiyor. Özellikle siyasette politikacılarımızın koltuklarına yapışmasını nasıl yorumluyorsunuz?
- Demokrasilerde seçim, siyaset kadrolarının işe devam edip etmemelerini belirler. Biz bu kültürü Türkiye de yeryeştiremedik. Yalnız bugükü liderlere kusur bulmuyorum. İsmet Paşa bile o tarihi kişiliği ile seçim kaybettikten sonra partisinin başında kalmayı siyasi karakter gösterisi saydı. Başarılı değilseniz kenara çekilmelisiniz. Bizde siyaset kişisel itibarı ve maddi avantajları devam ettirmek olarak algılandığı için insanlar fedakarlık yapmak istemiyorlar. Kendisinin o görevde olmadığı takdirde ülkenin, hükümetin, partinin zarar göreceğini söyleyerek orada kalmayı sürdürüyorlar. Bu yanlıştır, ülkeyi belirsizliğe götürmekten başka bir işe yaramaz.
- Başbakan Ecevit, sizce ne yapmalı?
- İnönü nün bile uzun süre yapamadığını yapabilmeli. Kendini siyasetin üzerine çıkararak "bilge kişi" haline getirmeli.
- Ya Kemal Derviş ?
- Derviş in politikalarını devam ettirmeliyiz. Bunlar çağdaş ekonomik kurallardır. Bizim gibi toplumlarda ekonominin yeni bir seçimden etkilenme faktörü küçülüyorsa, sorunlarımızın yüzde 50?si azalmış demektir. Yeni düzenlemeler siyasetin ekonomiye müdahelesini önlemek için yapılmıştır. Ve iyi ki yapılmıştır. Bu değişimi herkesin desteklemesi gerekmektedir. Demokrasilerde seçimin kriz getireceğini söylemek bir çelişkidir. Derviş, sakın bir hata yapıp kendisi parti kurmasın. Ama muhakkak önümüzdeki dönemde siyasetin içinde yer almalıdır. Hemen genel başkan olmasına da gerek yok! Önce paçalarını sıvasın, ayaklarına siyasetin çamuru bulaşsın, emek veren siyasetçi olsun. Derviş in siyasette de başarılı olacağına inanıyorum.
- Koç, Türk ekonomisinin amiral gemilerinden biriydi. Siz de sanayinin gelişmesinde önemli roller üstlendiniz. TÜSİAD ın kuruluşundan yatırımların yönlendirilmesine kadar imzayı atan kişi oldunuz. Sizce nerelerde yanlış yaptık?
- Bir örnek verebilirim, hem de İzmir den. 1962 lerde Türkiye planlı döneme geçiyordu. O yıllarda İzmir de görev yapıyorum ve İTO Yönetim Kurulu Üyesi?ydim. Madrid Ticaret Odası ndan bir teklif geldi. Türkiye ve İspanya arasındaki benzerlikler çok olduğu için işbirliği yapmamız, bilgi alışverişinde bulunmamız öneriliyordu. O dönemde İspanya?da diktatörlük vardı. Türkiye ise ihtilallerle boğuşuyordu. Geçen 20 yıl sonunda İspanya AB trenine bindi, Avrupalaşma programlarını uygulamadan ödün vermediler. Oysa biz, planlı dönemde kurallara uymadık. Her fabrikayı tam donanımlı yapmayı sanayileşmenin vazgeçilmez ögesi saydık. Bu yüzden mükerrer yatırımlar yapıldı. Mükerrer yatırımlarda kapasiteleri doldurulamadık. Koordinasyonu zafiyet saydık. Oysa, uluslararası rekabeti düşünerek verimliliğe öncelik verebilseydik, bugün yaşadığımız sorunları daha önce çözebilirdik. Geriye dönüp baktığımda, rekabeti güçlendirecek görüşleri tartışmaya bile cesaret edemediğimizi görüyorum. Kriz sonrası Türkiye?sinde artık bunlara dikkat edilecektir. Örneğin, büyük yatırımlar yapılmış olan tekstil sektörünün girdiği darboğazın sebeplerinin başında bu koordinasyon eksikliği bulunmaktadır.
- Profesyonellerin profesyoneli olarak özel sektör nasıl bir yönetim anlayışı içinde olmalı?
- Türkiye de gerçek anlamda halka açık şirketler olmadığı için sağlıklı büyüme olmuyor. "Ben patronum benim dediğim olacak" dediğiniz sürece yanlışları engelleyemezsiniz. Halka açık şirketlerde aile hisselerinin yüzde 50 nin altında bir paya inmelerini ve gerçek profesyonellerle çalışmalarını gerekli buluyorum. Bunun için galiba iki kuşak daha bekliyeceğiz. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Bernard Show, "Akıllı insan kendi aklını kullanır. Ama çok akıllı insan kendi aklının üstüne başkalarının aklını ekleyerek kullanmasını bilir." demiş. Bence bu "çok akıllı insan" tarifi, Vehbi Koç un yeteneğini anlatmak için tıpatıp uygun düşmektedir. Sadece başarı konusunda değil, her konuda insanlar kendilerine yapılan tavsiyeleri, verilen akılları ve önerilen kuralları kendi süzgeçlerinden geçirmeli ve kendi durum ve koşullarına göre irdelemelidirler.
- İş yapma kültürü sizin hayata atıldığınız dönemden bugüne nasıl değişti?
- İş hayatında liderliği takım koçluğuna dönüştürmek lazım. Buna takım kaptanlığı da denebilir. Yani siz tek başınıza, "Ben böyle düşünüyorum, böyle olacak" demeyeceksiniz. Arkadaşlarınızla masa etrafında konuyu tartışıp herkese fikrini söyleme serbestliği tanıyacaksınız. Vehbi Koç un başarısı buradadır.
- İzmir de uzunca bir süre kaldınız. Ege Bölgesi yle ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Vehbi Koç un aldığı yatırım kararlarının çoğunda yanında bulundum. İzmirliler de Vehbi Bey e İzmir de yatırım yapmasını teklif etmişlerdir. Veehbi Koç un cevabı; "İlginize teşekkür ederim, bana güveniyorsunuz. Doğru olan ortaklık şekli sizlerin bir araya gelerek ortak yatırım yapmasıdır." olmuştu. İzmir de önemli girişimciler ortaya çıkmıştır. Ancak köklü yatırımlar az olmuştur. Sonrasında aile içi kıskançlıklar, anlaşmazlıklar gelişmelerin önünü kesmiştir. Örneğin Özakat Grubu Ege de sanayinin gelişmesi için büyük emekler vermiştir. Özsaruhan lar Metaş ile bir dönem çok başarılıydılar. Bugün bir Yaşar Topluluğu var. Gıda ve boya sektörlerindeki başarılarını alkışlamak gerekiyor. Eczacıbaşı gibi çok önemli bir isim, kaynağı İzmir olmasına rağmen İstanbul da atılımlarını sürdürüyor. Niçin İzmir değil de İstanbul? Düşünülmesi gereken ayrıntı budur.
- Yeni ekonomide İzmir ya da İstanbul da olmak sizce fark eder mi?
- İstanbul un yeri çok farklıdır. Türk ekonomisinin yüzde 40 lık ağırlığı İstanbul da. Ama İzmir İklim olarak, hinterland zenginliği olarak ve diğer avantajlarıyla İstanbul dan daha az cazip bir yer değil. Ben demokratik düzenin Ege de daha çağdaş bir gelişme içinde olduğunu görüyorum. Böyle bir toplumda, böyle bir bölgede ekonomik kalkınma niye olmasın? Bence, yatırımcıların ille de İstanbul a gelmelerine gerek yok. İstanbul daki Migros larda Pınar ürünleri Maret ten daha önde. Demek ki İzmir de üretmenin dezavantajı yok.
- Kendinizi anlatan değişik konulara geçelim mi?
- Yazı yazmaya başlayınca gözlemin önemini daha iyi algıladım. Artık etrafımı daha dikkatli bakıyorum. Ayrıntıları yakalamak için daha çok özen gösteriyorum. Yazar olmayı sanatkar olmak gibi emekle kazanılan bir olgunluk ve ustalık mertebesi sayıyorum. Bu duygularla, kendimi çıraklıktan kalfalığa yaklaşan bir konumda görüyorum... Büyük bir mutluluk içinde Türk toplumunun demokrasiyi benimsemiş olduğunu ve tepkilerini demokratik yollardan göstermeye başladiğin görüyorum. Hem eski konağın restorasyonu, hem de bahçedeki ulu ağacın budanarak sağlığa kavuşması tamamlanmak üzeredir. Geleceğe umut dolu duygularla bakıyor ve genç kuşaklara büyük güven duyuyorum... "Hayatın yeni sahiline" geçmeden önce yaşam biçimimle ilgili olarak önemli bir hata yapmış olduğumu, ne yazık ki, yeni yeni anlamaya başladım. Bu hatamın temelinde "zaman"ın kısıtlı olduğu gerçeği yatıyor. Örneğin emekli olduktan sonra biriktirdiğim kitapları okumaya bol bol zaman ayıracağımı sanıyordum. Şimdi gerçeği görüyorum: Yılda 20 kitaptan fazla okuma yeteneğim yok. Hızlı okuma tekniği beni tatmin etmiyor, okurken okuduğumu özümsemek istiyorum. Ve şöyle bir hesap yapıyorum: Bugünkü okuma tempomu 10 yıl sürdürebilsem ( halen 75 yaşındayım!) yılda 20 kitap hesabıyla, topu topu 200 kitap daha okuyabilirim. Kitaplığımda şimdiden 4 bin kitap var. Yeniden alacaklarım da bunların üstüne gelecek. İşte bu gerçeği görünce paniğe kapılıyorum ve bir "insan" için hayatın gerçekten kısa olduğunu anlıyorum... İşadamı olmasaydım tereddütsüz sanatkar olmak isterdim derim! Televizyonlarda genç şarkıcıları dinlerken, onların kendilerini sanatkar olarak tanımlamalarına bayılıyorum! Bayılmaktan da öte kıskanıyorum! Ben, sanatkarlığın böylesine kolay olduğunu nereden bilebilirdim ki? Büyük bir fırsatı kaçırdığımı şimdi anlıyorum!... Aşkı mı sordunuz? Aşk heyecandır, coşkudur. Düşünce aleminin pırıltısıdır. Aşk yaşamın itici gücüdür. Bence kainattaki bütün varlıklara, düşünce alemindeki bütün fikirlere, tek tek veya birkaçı bir arada aşık olunabilir! Bunun içindir kri, aşk, sonsuzlukla bütünleşen bir coşku demetidir, bir duygu hazinesidir. Aşk hayatın içindedir. Aşk yaşamın duygusal zenginliğidir... Şimdi, evlilik ile ilgili düşüncemi özetleyiyim: Evlilik, iki insanın hayatı beraber yaşaması, beraber sürüklemesi durumudur. Bütün canlılar gibi insan da dünyaya yaşamak içgüdüsüyle doğar. Bütün doğan varlıklar için olduğu gibi insan için de hayatı sürüklemek vazgeçilmez bir görevdir, bir kader çizgisidir. İşte, bu kaderi paylaşmaya karar veren çiftlerin beraberliğini evlilik olarak anlıyorum. Bu anlamda evlilik bir fedakarlıklar dizisidir. Birbirine güven duymaktır. Dayanışmadır. Dostluktur. Şefkattir. Zaman zaman zıtlaşmadır, tartışmadır, birbirini kıskanmaktır. Kısacası evlilik başlı başına bir alemdir.
Bu röportaj; EGE İŞADAMLARI DERNEĞİ?nin yayın organı YARIN dergisinin Temmuz 2002 tarihli birinci sayısında yayımlanmıştır.