1949-1950 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı, 1952 yılında Atatürk ilkelerine bağlı kalınması içinyazdığı bir makaleden dolayı Türk Halkını isyana teşvikten sanık, 1960'lı yıllarda İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi ,70'li yıllarda, basında ve panellerde "montaj sanayiinin" savunucusu ve TÜSİAD'ın kuruluş hazırlıklarını yürüten komitenin üyesi ,1991 yılında Süleyman Demirelin politikaya girme davetini kabul etmeyen ve 1991 yılı sonunda da kendi isteği ile kırkbir yıllık yöneticilik hayatını noktalayan Can Kıraç ile bazı anılarını konuşuyoruz !
-Emekli olduktan sonra kitap yazacağınızı açıklamıştınız. Bu konuda neler yapıyorsunuz ?
-Kırkbir yıl kesintisiz çalıştıktan sonra kendime iki yıllık bir dinlenme süresi tanımıştım. Bu süre 1993 yılı sonunda tamamlanacak. Kitap yazmak için gerekli olan notları ve belgeleri dosyalarımda muhafaza ediyorum. Bunları değerlendirebilmem için, yeniden disiplinli bir çalışma dönemine girmem gerekiyor.Ancak,düzenli bir çalışma hayatına dönmek konusunda kendimi hala isteksiz hissediyorum !
-Bazı konuşmalarınızdan politikaya sıcak baktığınız anlaşılıyor. Fakat politikaya girmekte bir türlü karar veremiyorsunuz . Bu karar-sızlığınızın açık bir sebebi var mı ?
-Ben, siyaset yapmak için istekli olmayı yeterli saymıyorum. Politikacılığı bir "meslek" olarak kabul ediyorum. Politikaya girecek olanların kendilerini bu yönde yetiştirmeleri gerektiğine inanıyorum.Bu anlayışla,insanın altmışbeş yaşından sonra meslek değiştirmesini de doğru bulmuyorum.
-"İş adamlarının" politikaya girmeye hazırlandıkları bir dönemde bu açıklamanızı nasıl yorumlamak gerekir ?
-Bir kişinin hem iş adamı hem de politikacı olmasını doğru bulmuyorum.Politikacılar ve iş adamları bir tartışma masasında yan yana değil karşı karşıya oturmalıdır diye düşünüyorum!
-Çalışma hayatınızda sizi şaşırtan tesadüfler oldu mu ?
-Ben, 1975 yılında Koç Holding Yönetim Kuruluna seçildim.O dönemde ,Yönetim Kurulunda, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Kemal Oğuzman ve İstanbul Teknik Üniversitesi Profesör-lerinden Hasan Fehmi Yazıcı da görev yapıyorlardı.
Ben bu beraberliği çok ilginç bulmuşumdur! Çünkü,üçümüzde Galatasaray Lisesinde aynı sınıflarda okumuş ve 1946 yılında mezun olmuştuk !
Bana ilginç gelen diğer bir raslantı da kardeşim İnan'la Koç Holding Yönetim Kurulunda buluşmamız olmuştur. Ayrıca, İnan'la Otomotiv Gurubu Başkanlığı görevinde ve benim emekliliğe ayrılmamla da İdare Komitesi Başkanlığında "halef-selef" oluşumuzu hep olağanüstü bir tesadüf saymışımdır.
-İnan Kıraç'ın Koç Topluluğuna katılması nasıl oldu ?
-İnan'ın Koç'a girmesini ben arzu etmiştim.İnan benden dokuz yaş küçüktür ve o da Galatasaray Lisesini bitirmiştir.Askerliğini yaptıktan sonra bu arzumu Bernar Nahum'a açmıştım.Bernar bey Vehbi beyin bu teklifime pek sıcak bakmadığını bana haber verince kendisiyle bir defa da ben görüştüm ve İnan'ı tanıması ricasında bulundum. Neticede İnan'ın bir denemeden geçirilmesine karar verildi.
Koç Topluluğunda önemli görevler yüklenmiş olan bir çok yönetici Bernar Nahum'un yanında yetişmiştir.Rahmi Koç,Ahmet Binbir,Erdoğan Gönül,Temel Atay,Erdoğan Karakoyunlu,Müfit Bahtoğlu,Güven Osma ve ben bunlardan bazılarıyızdır. İnan Kıraç da Bernar Nahum'un tezgahından geçerek kendini yetiştirmiş ve Suna Koç ile evlenerek Koç Ailesi ile hepimizden çok yakınlaşmıştır.
-Emekli olduktan sonra Koç Ailesi ile ilişkileriniz nasıl gidiyor?
-Kendimi, zorla,alışılmış kuralların dışına çıkarak emekli ettiğim için Vehbi Bey'in bana olan kırgınlığının devam ettiğini biliyorum! Vehbi Koç'un hayat felsefesine göre,insanlar,yaşadıkları sürece üretken olmalıdır. Bu düşünceyle, Vehbi Bey, benim , hiç olmassa bazı vakıf yönetim kurullarında çalışmamı arzu etti. Ben ise,hayatımın bundan sonraki bölümünde kendi gündemime göre yaşamak istediğim için bu görevleri de kabul edemedim. Böylece ,Vehbi bey benden ümidini tamamen kesmiş oldu !
-Siz iki kardeş Can ve İnan Kıraç olarak çalışma hayatında başarılı bir çizgide ilerlediniz. Hiç, kendi işinizin sahibi olmayı düşünmediniz mi?
-Ben ve İnan,ikimizde kurulu bir düzen içinde çalışmaya başladık.Daha önce de belirtmiş olduğum gibi bizim ustalığımızı Bernar Namum yapmıştır. Bernar Nahum da kendi işini kurmak yerine Vehbi Koç'la beraber çalışmayı tercih etmişti. Bence bu yol insana
daha güven veriyor.Kendi başına girişimci olmak için insanın daha çok riske girmesi gerekiyor. Vehbi Koç bile büyük projelere girerken yanına daima bir ortak almayı tercih etmiştir.
-Bunun sebebi yalnız riske girmemek midir ?
Bir profesyonelin çalıştığı şirket içinde kalmasını sağlayan önemli bir faktör de maddi yönden tatmin olmasıdır. Vergi listelerine bakarsanız Koç Topluluğunda çalışan profesyonellerin bir çok iş adamından daha fazla vergi verdikleri görülür. Benim bu konuda şöyle bir anım var! Vehbi bey, bazı önemli kararları almak için, İstanbul dışında toplantılar yapmayı severdi! Böyle bir toplantıyı Abant'ta yapmıştık. Gündemde yöneticilere verilen prim sisteminin incelenmesi vardı.Vehbi bey prim sistemini yeniden düzene sokmak istiyordu. O yıllarda profesyonel kadroda en fazla prim alanların arasında bulunuyordum. Tartışmaların akışı içinde, alınganlığa kapılarak şöyle bir açıklama yapma gereği duymuşdum;"Koç Topluluğunun başarısı profesyonel kadroların maddi yönden tatmin edilmeleriyle mümkün olmaktadır.Beni bugüne kadar tatmin etmemiş olsaydınız, kendime, herhalde topluluk dışında istikbal arar, belkide kendi işimi kurardım! Ben, Feyyaz Berkerlerden, Şarık Taralardan, Üzeyir Garihlerden daha az yetenekli değilim " demiştim!
-Bu sözlerinize Vehbi Koç'un tepkisi ne oldu ?
-Vehbi bey insan sarrafıdır ! İpi çok gerdiğini anlayınca olayın daha fazla ısınmasına fırsat vermez. Bana şöyle cevap verdiğini hatırlıyorum ; "Bu konunun seninle bir ilgisi yok! Ben sistemden bahsediyorum. Başarılı olanla olmayanın aynı kefeye konmasını istemiyorum "demişti! Ancak, prim konusu , hala Vehbi Koç'un gündeminde durmaktadır.!
-Vehbi Koç iş çevrelerinde aşırı tutumlu olarak tanınır. Hatta cimri olduğunu söyleyenler bile vardır. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
-Vehbi Bey Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki sıkıntılı yılları yaşamış kişiliği ile savurganlığa karşı mücadelesini inatla sürdüren bir karaktere sahiptir. Vehbi beye göre; lüks otomobile sahip olmak, uçakta birinci sınıfta uçmak, pahalı otellerde kalmak, ziyafetler düzenlemek israftan başka birşey değildir! Buna karşılık Vehbi Koç inandığı hayır işlerine milyonlarını vermekten büyük keyif alır. Bence Vehbi Koç "damlaya damlaya göl olur" felsefesinin en inançlı taraftarıdır.
-Milliyet Gazetesinde yayımlanan "Şaka-Can'ların" arkası kesildi. Bu da bir heves miydi ?
-Ben bu konuya "foto-montajcı" olarak başladım. İlk denemelerim Koç Topluluğunun dergisi olan Bizden Haberler'de iki yıl süreyle yayımlandı. Milliyet'te yer alması dostum Aydın Doğan'ın isteği ile gerçekleşti. "Şaka-Can" ismi ise Doğan Heper Bey'in buluşudur.
-Niye devam etmediniz ?
-Nedense bazı dostlarım bu tür çalışmayı bana yakıştırmadılar ! Benden daha ciddi konuları ele almamı beklediklerini söylediler. Kısacası heve-simi kırdılar !
-Foto-montaj'ı tamamen bıraktınız mı ?
-Hayır! Şimdi içe dönük çalışıyorum! Dostlarımın hoşgörülerine sığınarak yaptığım kompozisyonları posta ile kendilerine ulaştırıyorum! Bunları yaparken de büyük keyif alıyorum !
-Yeni hayatınızda zamanınızın önemli bir bölümünü hangi konulara ayırıyorsunuz ?
-Fakülte Kültür Kulüpleri ve bazı dernekler beni konuşmacı olarak davet ediyorlar.Haftada iki günümü bu toplantılar alıyor. Gençlerle beraber olmaktan hem mutluluk duyuyorum hem de onların görüşlerinden yararlanıyorum.
-Eski iş arkadaşlarınızla ilişkileriniz devam ediyor mu ?
-Herkes o kadar meşgul ki, buluşmak için tesadüfleri beklemek gereki-yor ! Bu dönemde genç gazetecilerle daha çok beraber oluyorum. Her hafta, iki üç genç gazeteci beni ziyarete geliyor. Onlarla memleket meselelerini tartışıyoruz !
-Para kazanmak için bir iş yapmıyor musunuz ? Gazeteler bir "yağlama" şirketi kurduğunuzu yazdılar !
-Ben, hiç bir zaman servet sahibi olmak ihtirasına kapılmadım! Aklım başımda ve sıhhatım da yerindeyken çalışma hayatından ayrılmaya da bu yüzden karar verdim. Ben ve eşim otuzdokuz yıllık evlilik hayatı-mızda aşırılıklara kaçmadan yaşamaya özen gösterdik. Kızım ve oğlum bize yük olmadan yaşamlarını sürdürü-yorlar.
-Pekiyi, çalışmadığınıza göre geçiminiz neyle oluyor ?
-Eşim ve ben, tasarruflarımızın geliriyle geçiniyoruz ve alıştığımız hayat tarzımızı devam ettiriyoruz. Benim FİAT ile bir yağlama şirketi kuruluşuna katılmam , anonim şirket kuruluşu için en az beş kişinin bulunması şartından ortaya çıkan sembolik bir ortaklıktır. Yoksa, benim bugünden sonra ne "yağlanmaya" ne de "yağlamaya" ihtiyacım var !
-Yaşadığınız bunca deneyimden sonra size yeniden bir meslek seçme fırsatı verilseydi, iş adamı mı yoksa politikacı mı olmak isterdiniz?
-İkisini de istemezdim! Benim şimdi gönlümde özlemini duyduğum meslek gazeteciliktir!
-Niçin ?
-Yazıları ve sözleriyle bireyleri ve toplumu etkileme gücünü ellerinde tuttukları için !
-Emekli olduktan sonra "emeklilik" konusunda neler düşünüyorsunuz ?
-Çalışma gücü ve hevesi devam eden insanların altmış veya altmışbeş yaşına geldikleri için emekli yapılmalarını doğru bulmuyorum. Hele yetişmiş ve deneyim kazanmış insanların sayıca çok az bulunduğu ülkemizde emekliliği yaş sınırları ile belirlemek yüzünden çok değerli bir gücümüzü israf ettiğimize inanıyorum.
-Öyle ise siz niçin emekli oldunuz? Gücünüz ve çalışma hevesiniz mi kalmamıştı ?
-Ben disiplin içinde yaşamaktan bunaldığım ve gündemimi kendim yapabilmek özlemiyle çalışma hayatımı değiştirmeye karar verdim. Benim bugünki yaşam tempom iş hayatımdaki tempomdan daha düşük değil !
-"Gündemi kendim yapmak" konusunu biraz açar mısınız ?
- Bir kişinin "gündemini kendi yapması" günlük yaşam programını dilediği şekilde ve başkalarına bağımlı olmadan kendisinin belirlemesidir. Kırkbir yıllık disiplinli ve stres dolu bir çalışma hayatının bende yarattığı en büyük özlem bu duygu olmuştur. Şimdi, altmışaltı yaşına gelmiş olmama rağmen, kendimi eskisine nazaran daha dinç hissediyorum.
-Biraz da iş dünyamızla ilgili konuları konuşalım. Ülkemizde aile şirketlerinin kurumsallaşması ,sizce, nasıl ve ne zaman mümkün olacaktır?
-Gerçek kurumlaşma için şirketlerdeki ailelerin kontrolündeki hisse nispetlerinin, birinci kademede %50'nin, ikinci kademede de %35'şin altına düşmesi gerekmektedir. Türk iş aleminin dünya rekabetine açılmaya başlaması ile, yeni yatırımların yapılabilmesi için gerekli olan sermaye ihtiyacının ailelerce karşılanması artık gittikçe zorlaşmaktadır. Önümüzdeki on yıl içinde, ülkemizde, şirketlerdeki sermaye ekseriyetinin halk tasarruflarının eline geçeceğini sanıyorum.
-Gerçek bir kurumlaşmada aile fertlerinin işlere katkısı devam edecek midir ?
-Aile fertleri,hisse nispetlerine göre, şirket yönetim kurullarında etkili olmaya devam edeceklerdir. Ayrıca, aile fertlerinden günlük işlere girmek isteyecek olanlar, profesyonel yöneticiliğin gereklerine uymak şartı ile, organizasyon içinde kendilerine yer bulabileceklerdir.
-Türkiyenin Avrupa Topluluğuna katılması ne zaman gerçekleşecektir ?
-Avrupa Topluluğu bizi büyük bir pazar olarak görmektedir. Onların stratejik hedefi bu pazardan alacakları payı devamlı bir şekilde büyütmek olacaktır. Ancak, birtarafın devamlı kazanması ve öbür tarafın da devamlı kaybetmesi dönemi artık kapanmıştır.
Bu durumda, Avrupa Topluluğu ile ülkemiz ilişkileri, kendi şartları içinde, özel bir statüye kavuşturulacaktır.Türkiyenin AT'ye gerçek anlamda tam üye olması, bence çok uzaklarda durmaya devam edecektir.
-Maastricht Anlaşmasının AT ülkelerinde yarattığı sıkıntılar yeni gelişmelere sebep olacak mıdır ?
-Bu Anlaşmanın topluluk ülkelerinde yarattığı sıkıntılar,sanıldığı gibi zamanla aşılacak bir gelişme ümidi göstermemektedir. Tek para hedefinin gerçekleşmiyeceği anlaşılmaktadır. Ortak tarım ve ortak dış politika uygulama hedeflerine ulaşılmada da ciddi görüş ayrılıkları devam etmektedir. İngiliz ve Fransız parlamentolarında ve hükümetlerinde Maastricht'e karşı olanların etkileri giderek artmaktadır. Avusturya, Çek ve Slovakya ile Macaristanın tam üyelik sırasına girmiş olmaları yeni fedakarlıkların yüklenilmesini gerektirecektir. Bütün bu gelişmeler önümüzdeki dönemde, AT gündemini önemli nispette etkileyecek ve değiştirecektir.
-Bizim "Gümrük Birliğine"katılma kararımızı nasıl yorumluyorsunuz?
-Bu kararın uygulanmaya konması için erken davranıldığı ve Avrupa Topluluğundan alınması gerekli olan destek sağlanmadan kendimizi angaje ettiğimiz görüşündeyim. Bu konu, siyasal ve ekonomik platform -da tartışılmaya açılmış bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülke sanayiinin spontane kararlarla güçsüz hale düşürülmeyeceği ümidimi hala muhafaza ediyorum !
-
Sizce ülkemizin önemli sorunları hangi alanlarda yoğunlaşmaktadır ?
-Ülkemizin; coğrafi konumu, etnik özellikleri, genç ve hızla artan nufus yapısı, çevresinde oluşan olaylar dikkate alındığında çok önemli sorunlarla iç içe yaşadığımız görülmektedir. Bu çerçeve içinde;
.Ulusal bütünlüğümüzün korunmasını,
.Eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesini ve
.İşsizliğin önlenmesi için köklü önlemlerin alınmasını
sorunlarımızın çözümü için öncelik verilecek konuların başında görmekteyim.
-Başarılı olmak bütün insanların ortak hedefi ! Bu konuda sizin önerileriniz nedir ?
-Özellikle gençlerin katıldıkları toplantılarda "başarılı olmanın" sırrını öğrenmek isteyenlerin sorularına muhatap olmaktayım. Ben, gençlere, yerli ve yabancı iş dünyası liderlerinin başarılı olmak için önerdikleri görüşlerinden derlediğim on maddelik bir demet sunuyorum. Ayrıca,"para kazanmak ile başarının" ayrı şeyler olduğunu belirtmeye çalışıyorum! Kendileri başarılı olmuş iş dünyası liderlerinin "başarı reçetelerinde" şu ilkeler ön plana çıkmaktadır;
-Çok çalışın-Daima öğrenin-İşinizi sevin-İnisyativ kullanın-Dürüst olun-Mücadeleci olun-Kişiliğinizi geliştirin-Katılımcı olun-Adil olun-Sabırlı olun.....
Bunlar, denenmiş ve doğruluğu ispatlanmış "başarıya ulaşma "hedefleridir !
Can Kıraç,
11 Mayıs 1993, Küçük Çamlıca.