Can Kıraç
Mart 1997
1949-1950 yillarinda Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkani, Atatürk ilkelerine bağli kalinmasi için 1952 yilinda yazdiği bir makaleden dolayi "Türk halkini isyana teşvikten"sanik, 1960'li yillarda İzmir Ticaret Odasi Yönetim Kurulu üyesi ,70'li yillarda, basinda ve panellerde "montaj sanayiinin" savunucusu ve TÜSİAD'in kuruluş hazirliklarini yürüten komitenin üyesi ,1980’li yillarda Koç Topluluğu’nun üst yönetiminde görevli, 1991 yilinda Süleyman Demirelin politikaya girme davetini kabul etmeyen ve ayni yilin sonunda da kendi isteği ile kirkbir yillik yöneticilik hayatini noktalayan ben Can Kiraç, bazi görüşlerimi ve anilarimi sizlerle paylaşiyorum:
YENİ BİR ASRA GİRERKEN !
Bir kaç yildir, aydinlarimiz, 21. asrin gelişini merakla izlemeye ve irdelemeye başlamiş bulunuyorlar! Ben, 1940'li yillarin gençlik kuşağini temsil ettiğim için, duygularimi 20. asrin ortalarina yönlendirdim... Bizim, o dönemin gençleri olarak, 2000'li yillari düşünmek gibi bir lüksümüz yoktu! 21.asir hepimize o kadar uzak-ta görünüyordu ki! Bu yüzden hiç birimizin böylesine uzak bir geleceği tahmin etme merakimiz olmamişti. Şimdi, yeni bir asra yalniz ikibuçuk yil kala, nereden nereye geldiğimizi biraz hayret biraz da hayranlikla değerlendiriyorum.
Şu bir gerçektir ki, insanlik dünyasi,devrini tamamlayan 20. yüzyilda, uygarliği belirleyen; toplumsal, siyasal, kültürel ve bilimsel yaşamla ilgili olarak verdiği mücadeleden yorgun düşmüş bulunmaktadir. Ancak, geride kalmiş olan yillar içinde; yaşam biçiminin iyileşmesi, yaşam düzeyinin yükselmesi, sosyal eşitsizliğin azalmasi ve teknolojinin gelişmesi gibi, gelecek için umut veren büyük ve önemli hedeflere ulaşilmiştir. Bu alanlarda yapilacak daha çok iş olduğunun bilinmesine rağmen, benim kuşağim, 20.yüz yili, büyük işlerin başarildiği, umut dolu duygularin yeşerdiği bir asir olarak değerlendirmeye devam edecektir.
Şimdi, bugünün gençleri, yeni bir yüzyila, 21.asra girilmesini, yeni umutlarin gerçekleşmesi için özlem içinde beklemektedirler. Uluslararasi barişin sağlanmasi, insanin insan tarafindan sömürülmesinin azalmasi, bireysel mutluluğa kavuşulmasi, yaşam kalitesinin yükseltilmesi gibi beklentiler,bugünün genç kuşaklarinin öncelik verdiği konularin başinda gelmektedir. Ama, ne yazik ki, böylesine ulvî ve iyi niyetli beklentileri engelleyecek olan gelişmeler, dünyanin her köşesinde başvermeye başlamiş bulunmaktadir. Bölgecilik, fanatik milliyetçilik, terör, şiddete yönelme, körü körüne inanç zorbaliği gibi akimlar düşkirikliğinin yayginlaşmasina sebep olmaktadir. Bunlar yetmiyormuş gibi, dünya ekonomisinin globalleşmesi, devlet gücünün yerini alarak, ekonomik kurallarin daha çok etkinleşmesini sağlamakta ve ekonomik egemenlik kavrami hükümet politikalarinin ve ulusal değerlerin üstüne çikmayi başarmaktadir...
İnsanliğin, yeni bir umutla beklediği 21.yüzyilin eşiğine gelindiği bu dönemde, ulusumuzun karşi karşiya bulunduğu sorunlar ise tahminlerin ötesinde ağirlaşmiş durumdadir. Nüfus artişi, eğitim noksanliği, şehirlere göç, gelir dağilimindaki bozulma, sosyal güvensizlik, kültürden kopukluk, doğayi yoketme diretmesi, toplumsal hoşgörü noksanliği ve sevgi duygusunun yozlaşmasi umutlu bekleyişimizi ve ufkumuzu karartan sebeplerin başini çekmektedir. Böylece, insanimiz, hizli bir tempoyla "yapay" ve "teknik" bir ortamin esiri olmaya yönelmiş bulunmaktadir.
Bugün, ulus olarak içinde yaşadiğimiz ortam, iyi ve kötü yönleriyle, bizim insanimizin ürünüdür. Bundan sonraki olumlu veya olumsuz gelişmelerin yaraticisi gene bizim insanimiz ve ortaya çikacak sonuçlar gene bizim ürünümüz olacaktir. İşte, bu aşamada, 2000'li Yillara Merhaba demeye hazirlanirken; devletimizin, hükümetleri-mizin, siyasi partilerimizin, üniversitelerimizin, sendikalarimizin, yerel yönetimlerimizin, katilimci sivil toplum örgütlerimizin ve baski guruplarimizin yönetici kadrolarina önemli görevler düşmektedir. Artik, insanimiza mutluluğu tattirmak ve yaşama zevkini aşilamak için insan olmanin fazileti ve ahlâki değerleri öne çikarilmalidir.
Kisacasi, 2000 yili özlemini, ben, takvimsel bir beklenti olarak görü-yorum. İnsanlar, belirli tarihleri; doğduklari, âşik olduklari, eğitimlerini tamaladiklari, askerlik yaptiklari, evlendikleri ve sonunda da öldükleri günleri hatirlamak için, takvim olayina önem veriyorlar. Ben, bu anlamda, 2000 yilinin bize büyük bir yenilik getireceğini sanmiyorum. Buna rağmen, 21. yüzyila geçişin, sembolik bir anlami olacağini da umuyorum. Bu umutla, örneğin, gençlerimize şöyle seslenmek istiyorum: " Ey Türk Gençleri! Daha çağdaş olmaya özen göster. Daha çok çalişmaya başla. Memleket meselelerine daha çok ilgi duy. Yüreğine daha çok sevgi doldur."
Dileğim, genç kuşaklarin, 2000’li yillarda daha mutlu bir ortamda yaşamalaridir.
BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK DEVRİM
Bugün, nerede olursa olsun, insanliğin, "Bilimsel ve Teknolojik Devrim”i yaşadiği görülmektedir. Bu olağanüstü devrimin ürünleri, günlük yaşamin bir parçasi olmakta ve hizla yayginlaşmaktadir. Böylece; nükleer enerjinin, elektronik teknolojisinin, bilgisayarlarin, füzelerin tanimladiği ve uzmanlarin canlilarin gen yapisina girmeyi başardiği bir dönemi yaşamaya başlamiş bulunuyoruz. Bu gözkamaştirici gelişme temposuna ayak uyduramayacak olan toplumlarin , gelecek için kaygi duymalidirlar. Bu yarişta geriye düşmemek için, kişiyi daha bilgili yapmak ve ona aklî melekelerini daha iyi kullanmayi öğretmemiz gerekmektedir.
TÜRK KİMLİĞİ
Atatürk’ün; "Ne Mutlu Türküm Diyene"sözünü bayraklaştirdiğimiz Cumhuriyet döneminin 73’cüncü yilinda, Türk Kimliği’ni sorgulamaya devam ediyoruz! "Kimiz, nereden geliyor, nereye gidiyoruz?"sorularini daha sik soruyor ve gerçek kimliğimizi öğrenmeye ve anlamaya çalişiyoruz.
Bugün, iletişimdeki gelişmenin sağladiği imkãnlarla, etrafimizi daha iyi tanimakta, kültürel, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri daha yakindan izleyebilmekteyiz. Bunun doğal sonucu olarak da, ulus olarak; kültür tarihimizi bilmediğimizi, bilime gerekli önemi vermediğimizi, ortak bir yaşam felsefesi yaratamadiğimizi, genel anlamda ulusal başarilara ulaşamadiğimizi görmekteyiz. Bu noksanlarimizi gidermek için, "aydin kişi" olma çabamizi arttirmaliyiz.
DÜRÜST (AHLAKLI) OLMA OLGUSU
Tarihimizi incelediğimiz zaman görüyoruz ki, Osmanli İmparatorluğu’nu toplumsal bir çöküntüye götüren olgu "ahlâk bunalimi"olmuştu. Çünkü, kişisel çikarlar, ulusal ve genel çikarlara üstün gelmeye başlamişti. Türk düşünürü Ziya Gökalp, Osmanli toplumsal düzeninin çözülmeye başladiği 1900’lü yillarda, milliyetçiliği öne çikararak, meslek ahlâkina dayali toplumsal bir dayanişma akimini yaratmaya yönelmişti. Mustafa Kemal de, Cumhuriyeti kurduktan sonra, Halk Firkasi’nin "Halkçılık"ilkesini öne çikarmişti. O’nun da amaci, dürüstlük yapisi bozulmuş olan toplumsal düzeni "sınıf mücadelesinin yerine geçecek olan içtimai intizam ve tesanüdle temin etmekti."
Bugün; hizli nüfus artişi, göç ve kentleşme, yeni ve eski çatişmasi , laik ve şeriatçi kavramindaki kargaşa yüzünden "dürüstlüğü"her alanda aramaya, "ahlaksizlığı”da her kesimde yaşamaya devam ediyoruz. Köşeyi dönmeyi " yetenek ve başarı" sayabiliyoruz.
Bu bunalimdan kurtulmak, toplum olarak, ulusal ve uluslararasi değerlere yönelmek için, herşeyi yeniden irdelemek zorundayiz.
POLİTİKA
Ben, siyaset yapmak için, insanlarin istekli olmalarini yeterli bulmuyorum. Politikacılığı bir "meslek" olarak kabul ediyorum. Politikaya girecek olanlarin kendilerini bu yönde yetiştirmeleri gerektiğine inaniyorum. Bu anlayişla, insanlarin, ileri yaşlarinda politi-kaciliğa yönelmelerini doğru bulmuyorum. Ayrica, bir kişinin hem iş adami hem de politikaci olmasini benimsemiyorum. Politikacilar ve iş adamlari bir tartişma masasinda yan yana değil karşi karşiya otur malidir diye düşünüyorum! Ancak; ferdin siyasetle ilgilenmesini, memleket sorunlarini tartişmasini ve irdelemesini, sorunlarin aşilmasi için fikir üretmesini, bütün bu faaliyetlerin de bir sivil toplum örgütü içinde yapilmasini gerekli görüyorum... Ayrica, yaşlanmiş kuşağin politikadan çekilmesini bekliyorum. Politika, dinazorlarin bütün rolleri paylaştiği bir oyun olmaktan kurtarilmalidir.
GİRİŞİMCİLİK
Ben, özel sektörde kurulu bir düzen içinde çalişmaya başladim. Kendi başina girişimci olmak için, insanin daha çok riske girmesi gerekiyor. Vehbi Koç bile büyük projelere girerken yanina daima bir ortak alma yolunu seçmişti. Bir profesyonelin çaliştiği şirket içinde kalmasini sağlayan önemli bir faktör maddi yönden tatmin olmasidir. Vergi listelerine bakarsaniz Koç Topluluğunda çalişan profesyonellerin bir çok iş adamindan daha fazla vergi verdikleri görülür. Benim bu konuda şöyle bir anim var! Vehbi bey, bazi önemli kararlari almak için, İstanbul dişinda toplantilar yapmayi severdi! Böyle bir toplantiyi Abant'ta yapmiştik. Gündemde yöneticilere verilen prim sisteminin incelenmesi vardi.Vehbi bey prim sistemini yeniden düzene sokmak istiyordu. O yillarda profesyonel kadroda en fazla prim alanlarin arasinda bulunuyordum. Tartişmalarin akişi içinde, alinganliğa kapilarak şöyle bir açiklama yapma gereği duymuşdum;"Koç Topluluğu’ nun başarisi profesyonel kadrolarin maddi yönden tatmin edilmeleriyle sağlanmaktadir. Beni bugüne kadar tatmin etmemiş olsaydiniz,kendime, herhalde topluluk dişinda istikbal arar, belkide kendi işimi kurardim" demiştim! Vehbi bey ipi çok gerdiğini anlayinca olayin daha fazla isinmasina firsat vermezdi. Beni şöyle cevapladiğini hatirliyorum ; "Bu konunun seninle bir ilgisi yok! Ben sistemden bahsediyorum.Başarili olanla olmayanin ayni kefeye konmasini istemiyorum "demişti! Ancak,prim konusu, ölünceye kadar Vehbi Koç ‘un gündeminde kalmişti.!
KURUMLAŞMA
Gerçek kurumlaşma için şirketlerdeki ailelerin kontrolündeki hisse nispetlerinin,birinci kademede %50'nin,ikinci kademede de %35'şin altina düşmesi gerekmektedir. Türk iş aleminin dünya rekabetine açilmaya başlamasi ile, yeni yatirimlarin yapilabilmesi için gerekli olan sermaye ihtiyacinin ailelerce karşilanmasi artik gittikçe zorlaşmaktadir. Önümüzdeki on yil içinde, ülkemizde, şirketlerdeki sermaye ekseriyetinin halk tasarruflarinin eline geçeceğini saniyorum. Aile fertleri, hisse nispetlerine göre, şirket yönetim kurullarinda etkili olmaya devam edeceklerdir. Ayrica, aile fertlerinden günlük işlere girmek isteyecek olanlar, profesyonel yöneticiliğin gereklerine uymak şarti ile, organizasyon içinde kendilerine yer bulabileceklerdir.
GÜMRÜK BİRLİĞİ-AVRUPA BİRLİĞİ
Türkiye yeni bir platforma çikmiş, yeni bir kademeye yükselmiş bulunuyor. Bu yeni ortam, şirketleri, hem yurt içinde hem de yurt dişinda ciddi bir rekabetle karşi karşiya getirmektedir. Rekabet karşisinda başarili olmak için; yaraticilik, verimlilik, devamlilik, kaliteli ve ucuz mal ve hizmet üretmek, güvenilir olmak gerekmektedir. Bizim yöneleceğimiz ve yerleşeceğimiz pazarlarin, Bati Dünyasi olmasini, şirketlerimizin geleceği için hayatî bir hedef saymaktayim. Ekonomik ve siyasal istikrara kavuşmuş ülkelerin pazarlarinda yer almanin, ekonomik yapimizi geliştireceğine ve rekabet gücümüzü arttiracağina inaniyorum. Bunun için de, "Gümrük Birliği”ne girişimizi doğru bir karar olarak değerlendiriyorum...1950 yilinda, ülkemiz ile İspanya arasindaki karşilaştirmali temel veriler birbirine çok yakindi. 1990 yilina geldiğimizde, gerek ekonomik gerekse sosyal yapilarimiz arasinda, İspanya lehine büyük farkliliklar görüyoruz. Bu olumsuz sonucun kabahatini, bizim, ülke olarak, kötü yönetilmiş olmamizda görüyorum. Hâlâ "Dene ve öğren"metodu ile idare edili-yoruz. Siyasî istikrari bir türlü sağlayamiyoruz. Şunu önermek isti-yorum; Hükümetler özel sektörü yönlendirmekten vazgeçsinler! Eminim ki, bu takdirde, ülke ekonomisi çok daha başarili olacak, daha hizli gelişecektir!.. Bunun benzer bir örneği, yillardan beri İtalya’da yaşanmiş ve sonuçta bir "İtalyan Mucizesi" gerçekleşmiştir... Bizde de böyle bir gelişme için her şey bulunmaktadir; Üretim kapasitemiz var, kalite anlayişimiz gelişmiş, iç ve diş pazarda rekabet gücü kazanmişiz, tekstilde dünyanin korkulu rüyasiyiz, metal sanayiinde büyük hamleler yapiyoruz... Gümrük Birliği’ne gelince. Uygulanmaya konmasi için erken davranildiği ve Avrupa Birliğinden alinmasi gerekli olan destek sağlanmadan kendimizi angaje ettiğimiz görüşündeyim. Buna rağmen, "Çağdaş ülke-Çağdaş Ulus"olma hedefimizi kaybetmemeliyiz. Parlamentomuzun , Avrupa ile bütünleşmek konusunda beklenilen gayreti gösterdiğini sanmiyorum. Bu durumda, sivil toplum örgütlerinin öne çikmalarini, kamu oyunu yönlendirmelerini ve siyasi partilere baski koymalarini bekliyorum. Avrupa Birliği bizi büyük bir pazar olarak görmektedir. Onlarin stratejik hedefi bu pazardan alacaklari payi devamli bir şekilde büyütmek olacaktir. Ancak, bir tarafin devamli kazanmasi ve öbür tarafin da devamli kaybetmesi dönemi artik kapanmiştir. Bu durumda, Avrupa Birliği ile ülkemiz ilişkileri, kendi şartlari içinde özel bir statüye kavuşturulmalidir. Türkiyenin AB'ye gerçek anlamda tam üye olmasi, ulaşilmasi uzak bir hedef olarak, gündemde durmaya devam edecektir.
SERMAYE PİYASASI
Sermaye piyasasi olgusu, memeleketimizde yeni yeni gelişiyor. Yeni olduğu için de spekülasyon eğilimi öne çikiyor.Kaldi ki, borsanin biraz spekülasyon isteyen bir faaliyet alani olduğunu unutmamaliyiz.
Bunun için de riske girmeyi göze almak gerekiyor. Sermaye piyasasinin, bizde de, özel sektörün gelişmesi ve şirketlerin daha çok halka açilmasiyla yayginlaşaçaği kesindir. Türk şirketlerinin alt yapi yatirimlari dünya rekabetiyle boy ölçüşecek bir düzeye çikarilmak zorundadir. Bu büyük boyutlu yatirimlarin gerçekleşmesi halk tasarruflarinin bu alanlara çekilmesiyle mümkün olacaktir. Böylece, borsalara hisse senedi girişi çoğalacak, işlemler daha derinlik kazanacaktir. Bu gelişmenin gereği olarak, şirketlerin profesyonel yönetim kadrolari da hissedarlarin denetimi altina girmiş olacaktir.
Küçük tasarruf sahiplerinin kisa vadede kâr beklentilerini sağlikli bulmuyorum. Onlarin, gelişen finans sektörümüzün diğer âletlerinden yararlanmalarini tavsiye ediyorum.
Ben Koç kültürü ile yetiştiğim için, bütün yumurtalarimi ayni sepete toplamiyorum. Genel bir ifadeyle, tasarruflarimin üçte birini Türk lirasina, üçte birini dövize, üçte birini de hisse senetlerine yatiriyorum.
BAŞARI
Özellikle gençlerin katildiklari toplantilarda "başarılı olmanın sırrını"öğrenmek isteyenlerin sorularina muhatap olmaktayim. Ben, gençlere, yerli ve yabanci iş dünyasi liderlerinin başarili olmak için önerdikleri görüşlerinden derlediğim on maddelik bir demet sunuyorum. Ayrica, "para kazanmak"ile "başarinin" ayri şeyler olduğunu belirtmeye çalişiyorum! Başarili olmuş iş dünyasi liderlerinin "başari reçetelerinde" şu ilkeler ön plana çikmaktadir;
-Çok çalişin -Daima öğrenin -İşinizi sevin -İnisyativ kullanin-Dürüst olun -Mücadeleci olun -Kişiliğinizi geliştirin -Katilimci olun -Adil olun -Sabirli olun.... Bunlar, gerçekten, denenmiş ve doğruluğu ispatlanmiş "başariya ulaşma "hedefleridir !
PATRON ve PATRONLUK
Patron sözünü, bazi kişiler sevecen bulmazlar. Patronun anlamini para gücüyle bütünleştirirler. Patronluğu zorbalikla eşanlamda tutarlar. Patronun muhakkak; menfaatina düşkün, gaddar ve asik suratli olduğunu var sayarlar. Bu kişiler için, patron, dediğim dedik bir kişiliğe sahiptir... Benim patron tanimimda, işin sahipliği ile beraber işin sorumluluğunu yüklenmiş olmak da vardir.
Patronluk, muhakkak ki, insan tarihiyle beraber ortaya çikan ve toplumun sosyal gelişmesiyle şekillenen bir var oluş biçimidir. Bu anlamda,toplum tarihi, her alanda öne çikmiş patron örnekleriyle doludur. Bize gelince... Cumhuriyet dönemimizin yetiştirdiği patron larin sayisi gidirek çoğalmaktadir. Bunlarin arasindan, bazen ilginç bazen de olağanüstü kişilikler ortaya çikmaktadir. Vehbi Koç, Nejat Eczacibaşi, Kâzim Taşkent, Sakip Sabanci, Vitali Hakko, İsak Alaton, Üzeyir Garih, İbrahim Bodur, Selçuk Yaşar, Ayhan Şahenk, Feyyaz Berker, Necati Akçağlilar, İzzet Baysal, Aydin Doğan, Kadir Has, Asim Kocabiyik, Halis Toprak, Şarik Tara, Mazhar Zorlu, Erol Aksoy gibi isimler iş dünyamizin ve 73 yillik Cumhuriyet döneminin değişik özellikli patronlarindan bazilaridir.
Patronlar, işlerini başari yoluna soktuktan sonra, ilgi alanlarina sosyal konulari dahil ederek, toplum yararina yaptiklari yatirimlarla kamu oyunu olumlu bir şekilde etkilemeye ve isimlerinin unutulmamasina özen göstermektedirler. Bu yüzden, Türkiyemizde de, yüzlerce patronal ailenin gerçekleştirdiği kalici eserlerin sayilari hizla artmaktadir.
İşlerinin sahibi olan patronlardan sonra, bürokrat patronlar ve profesyonel patronlar da sahneye çikmiş bulunmaktadir. Diğer taraftan,dünyanin her ülkesinde olduğu gibi, siyasal iktidarlar, kendi patronlarini yaratmaya özen gösterdikleri için, Cumhuriyetin iş dünyasi patronlarini; CHP, DP, AP, ANAP, DYP, RP ve MHP patronları gibi siniflandirmak mümkündür... Koalisyonlu dönemlerde ise, her alanda olduğu gibi önemli gelişmeler sağlanmiş, bakanlarin veya bakanliklarin patronlari ortaya çikmiştir. Hatta; yali patronlari, rant patronlari, kumarhane patronlari, belediye patronlari gibi yeni siniflar oluşmuştur!
Son yillarda, patronluğun siyaset hayatimiza da girdiğini hatirlatmak istiyorum...Örneğin, patron denince aklima gelen isimlerin arasinda merhum Turgut Özal’in ayri bir yeri vardir! Turgut Özal, iş hayatindaki başarisiz patronluk denemelerinden sonra siyasete atilmiş ve kisa zamanda, önce siyasi bir partinin sonra da hükümetin başi olarak öne çikmiştir. Özellikle 12 Eylül’den sonraki başbakan yardimciliği ve 1983/l989 yillarindaki başbakanliği döneminde, kendisine patron olarak hitap edilmesinden keyif duyan Özal, siyasal patronluğunu, büyük bir kesime kabul ettirmiştir. Yakin çevresinin,Turgut Özal’i, patron olarak tanimlamasi masum bir yakiştirma değildir. Seçtiği hedefler, hedefe ulaşmak için izlediği politikalar ve çevresini yönlendirmedeki hünerleriyle,Özal, siyasal patronluğunu kanitlamiş önemli bir örnektir. Başarili bir kamu bürokrati olan Özal’in, özel sektörde ayni beceriyi gösterememiş olmasi ise ilginçtir. Acaba, bu durum, bizde, devlet parasinin ve otoritesinin özel sektör parasindan ve otoritesinden daha kolay ve sorumsuzca kullanildiğinin deli mi sayilmalidir ?..
Son yillarda, patronluğun karşisina, bir rakip gibi, babaliğin çikarildiğini görmekteyiz! Nitekim, işdünyasindan siyaset sahnesine kadar bir çok ünlüye ve becerikli kişiye artik baba lãkabi yakiştirilmaktadir. Patroniçelerin analiğa soyunduklari bir ortamda patronlarin babaliğa terfi etmelerine herhalde şaşmamak gerekecektir!
PATRON DOĞULMAZ,PATRON OLUNUR
Patron adaylarina vermek istediğim öğütlere gelince !
PATRON DOĞULMAZ,PATRON OLUNUR sözüne inaniyorsaniz, dikkat edeceğiniz ilkelerin bazilarini aşağida bulacaksiniz:
-KENDİNİZİ TANIYINIZ, NEREYE YÖNELMEK İSTEDİĞİNİZİ SORGULAYINIZ,
YETENEKLERİNİZİ İRDELEYİNİZ, HEYECANINIZI ÖLÇÜNÜZ, ÇEVRENİZİ İNCELEYİNİZ,
BUNLARI YAPTIKTAN SONRA HEDEFİNİZİ BELİRLEYİP PATRONLUĞA SOYUYUNUZ.
(YOLUNUZ AÇIK OLSUN !)
PATRONLUĞA YÖNELMEK RİSKE GİRMEKLE MÜMKÜNDÜR. CESARETİNİZ YOKSA , KAYBETMEKTEN KORKUYORSANIZ, PATRON OLMA BEKLENTİNİZİ ERTELEYİNİZ.
AİLENİZİN VE ÇEVRENİZİN ; İLKELERİNİ, GELENEKLERİNİ VE FELSEFESİNİ ÖĞRENMEDEN KÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLERE YÖNELMEYİNİZ. YENİLİK GÖRÜŞLERİNİZİ ÖNCE YAKIN ÇEVRENİZE BENİMSETİNİZ. "BENİM FİKRİM EN İYİSİDİR" SAPLANTISINA KAPILMAYINIZ.
KÖKLÜ DEĞİŞİMLERİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN YUMUŞAK GEÇİŞLER ,ZAMAN İÇİNDE, HEDEFİN KAYBEDİLMESİNE SEBEP OLABİLİR. BU YÜZDEN, KÖKLÜ DEĞİŞİM KARARLARINI İNKİLAPÇI BİR İNANÇLA ELE ALINIZ VE İNATLA UYGULAYINIZ.
BAŞARI,ÇALIŞANLAR ARASINDA KARŞILIKLI GÜVEN DUYGUSU İLE SAĞLANIR. GÜVEN,FİKİRLERİN SERBESTÇE TARTIŞILMASIYLA KUVVETLENİR . KARARLARIN KATILIMCI BİR ORTAMDA OLUŞMASINI SAĞLAYINIZ. DİKTATÖR DEĞİL,DEMOKRAT BİR LİDER GİBİ DAVRANINIZ.
YENİ TİP PATRON OLMAYA ÇALŞINIZ!
ESKİ TİP PATRON ;
-NEYİN, NASIL VE NE ZAMAN YAPILACAĞINI KENDİSİ BELİRLER. -KENDİ GÖRÜŞÜNDE İSRAR EDER.-GELEN BİLGİLERİ KENDİNE SAKLAR.
YENİ TİP PATRON İSE;
-KONULARI VE SORUNLARI AÇIKLAR. BUNLARIN NASIL ÇÖZÜMLENECEĞİ KARARINI İLGİLİ KİŞİLERE BIRAKIR.
-KENDİNİ; TAKIM KAPTANI OLARAK GÖRÜR, İŞİ YAPACAK OLANLA DOĞRUDAN TEMASA GEÇER, KARARLARIN ALINMASINDA ÇEVRESİNİN KATILIMINI SAĞLAR, GELEN BİLGİLERİ PAYLAŞIR.
YENİ YAKLAŞIMLARDAN ETKİLENMİYOR VE BUNLARA KATILMAKTAN HEYECAN DUYMUYORSANIZ SİZİN DEVRİNİZ KAPANMIŞ DEMEKTİR. BU DURUMDA EN DOĞRU KARAR,PATRONLUĞU YENİ LİDERLERE BIRAKMAKTIR.
SORUNLARIMIZ
Ülkemizin; coğrafi konumu,etnik özellikleri, genç ve hizla artan nufus yapisi, çevresinde oluşan olaylar dikkate alindiğinda çok önemli sorunlarla içiçe yaşadiğimiz görülmektedir. Bu çerçeve içinde;-Ulusal bütünlüğümüzün korunmasini, -Eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesini, -İşsizliğin önlenmesini ve Gelir dağiliminin düzene sokulmasini öncelik verilecek konularin başinda görmekte-yim. Ayrica, sorunlari ve konulari tartişirken, Neden? ve Nasil ? sorularina cevap aramayi bir gelenek haline getirmeliyiz.
Günümüzün; yorgun, itiş-kakiş içine sikişmiş gergin insani, kitle iletişim araçlari şayesinde, dünya nimetlerinden daha çok yararlanmak arzusundadir. Bütün bu olup bitenleri gördükten sonra,Türk Özel Sektörünün, önümüzdeki dönemde; rekabete açik, hizmet sunmayi görev sayan, çalişmalarinda ve ilişkilerinde şeffaf, kararlarin oluşmasinda katilimci, toplumsal sorum-luluklari paylaşan bir anlayişa ve yapiya kavuşmasi zorunludur. Bu ortamin hazirlanmasinda, patronlar kadar yönetim kadrolarindaki profesyonellere de önemli görevler düşecektir.
Ülkemizin ekonomik hedeflere ulaşma stratejileri belirlenirken,Türk Özel Sektörüne öncelikler verilmesini istemek artik hayalci bir yaklaşim değildir. Çünkü, Türk Özel Sektörü de, hedefe varmada, devlet işletmelerinden daha başarili olduğunu ispat etmiş bulunmaktadir. Özel sektörümüzün kazanmiş olduğu bu dinamizm, özendirilerek devam ettirildiği takdirde, toplumsal sorunlarimizi çözmekte daha hizli sonuç alinacaktir.
Ulus olarak, bizim kaderimizde, "Türk olmanin zorluklarini aşmak"vardir! "Türk olmanin zorluklarini" bizden daha iyi çözecek yardimcilarimiz olmayacağini bilelim ve büyük bir azimle ilerlemeye devam edelim!
EMEKLİLİK HAYATIMDA NELER YAPIYORUM ?
Fakülte Kültür Kulüpleri , bazi dernekler ve şirketler beni konuşmaci olarak davet ediyorlar. Haftada iki günümü bu toplantilar aliyor. Gençlerle beraber olmaktan hem mutluluk duyuyorum hem de onlarin görüşlerinden yararlanma firsati buluyorum... Ben, hiç bir zaman servet sahibi olmak ihtirasina kapilmadim! Aklim başimda ve sihhatim da yerindeyken çalişma hayatindan ayrilmaya da bu yüzden karar verdim. Ben ve eşim, 43 yillik evlilik hayatimizda aşiriliklara kaçmadan yaşamaya özen gösterdik. Kizim ve oğlum bize yük olmadan yaşamlarini sürdürüyorlar. Ben ve eşim tasarruflarimizin geliriyle geçiniyoruz. Koç şirketleri hisselerinden aldiğimiz temettüler gelirimizin esasini oluşturuyor. Bu sayede aliştiğimiz hayat seviyemizi devam ettiriyoruz.
Çalişma gücü ve hevesi devam eden insanlarin altmiş veya altmişbeş yaşina geldikleri için emekli yapilmalarini doğru bulmuyorum.Hele yetişmiş ve deneyim kazanmiş insanlarin sayica çok az bulunduğu ülkemizde emekliliği yaş sinirlari ile belirlemek yüzünden çok değerli bir gücümüzü israf ettiğimize inaniyorum. Ben disiplin içinde yaşamaktan bunaldiğim için ve gündemimi kendim yapabilmek özlemiyle çalişma hayatimi değiştirmeye karar verdim. Benim bugünki yaşam tempom iş hayatimdaki tempomdan daha düşük değil !
Bir kişinin "gündemini kendi yapmasi" günlük yaşam programini dilediği şekilde ve başkalarina bağimli olmadan kendisinin belirlemesidir.Kirkbir yillik disiplinli ve stres dolu bir çalişma hayatinin bende yarattiği en büyük özlem bu duygu olmuştur. Şimdi 70 yaşina gelmiş olmama rağmen,kendimi eskisine nazaran daha dinç hissediyorum.
Fotomontaj çalişmalarim benim yan ürünlerim arasinda önemli bir yer aliyor. Fotomontaj yaparken mizahi tarafi iyi yakalarsam çok keyifleniyorum! Eşim bazen bana hayret ediyor, "Sen kendi kendinle gülerek mutlu oluyorsun"diyor. Gerçekten, bunlari keyif duyduğum için yapiyorum. İnsanlari mizahi bir bakişla değerlendirmek konuyu daha ilginç yapiyor . Mizahi yaklaşim, eleştiri uslubunu yumuşatiyor.
DENEYİMLER
Şimdi şu gerçeği anlamiş bulunuyorum: İnsanlar deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarmalidir. Hayat, nesilden nesile devam eden bir yariştir! Hergün yeni bir şey öğreniliyor. Ama, herkesin herşeyi ayni zamanda yaşamasi da mümkün olmuyor. Bu duygularla, insanlarin, yaşadiklari ilginç olaylari, bunlarin sonuçlarini, yorumlarini başkalariyla paylaşmalarini gerekli görüyorum. Ben 70 yaşima merdiven dayadim! Buna rağmen, hayatimi ve yaşadiğim olaylari sorgulamaktan geri kalmiyorum. Artik biliyorum ki, hayatin en önemli olgusu "zaman”dir. Ne yazik ki, çoğumuz, zamanin kiymetini bilmeden, bir ömrü tamamliyor ve kaybolup gidiyoruz. Eğer ben, zamani kullanmanin önemini ve değerini gençlik yillarimda öğrenmiş olsaydim, çok daha değerli çalişmalar yapabilirdim. Örneğin, bir kaç yildir yaşadiğim bir bunalim var! Ben, eskiden beri kitaba ilgi duymuşumdur. Bunun için de, yurt içinden, yurt dişindan devamli kitap satin almişimdir. Ancak, çalişma tempom yüzünden, bunlarin çoğunu okuma firsati bulamamişimdir. Eşimin; " Durmadan kitap aliyorsun ve okuma firsati bulamiyorsun, bunlar ne olacak?"eleştirisini şöyle cevaplamişimdir: "Emekliliğimde bol vaktim olacak, ilerisi için hazirlik yapiyorum!" Şimdi emekliyim ve yilda en hizli tempomla yirmi kitap okuyabiliyorum. Okuma tempomu arttirmak için hizli okuma metodlarini da denedim. O zaman okuduğum kitaplardan zevk almadiğimi gördüm. Bu yapay sistemlerin iş adamlarina yaradiğini saniyorum! Şimdi, en iyimser bir tahminle seksen yaşima kadar, bir on sene daha, yilda yirmişer kitap okuyabilirsem, ikiyüz kitap daha okumuş olacağim.
Halbuki kitapliğimda, beni bekleyen daha bir kaç bin kitabim var! İşin dramatik bir yönü de, hâlâ kitap almaya devam ediyorum. İşte bu gibi olaylar, zamanin ve zamani kullanmanin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bunun için de, gençlere, her vesileyle zamanlarini iyi kullanmalarini öğütlüyorum.
YENİ BİR KİTAP
"Anilarimla Patronum Vehbi Koç"yayimlandiktan sonra beş yüzden fazla mektup aldim. Tanidiğim, tanimadiğim bir çok kişi de telefonla aradi. Kutladilar ve övücü değerlemeler yaptilar. Mektuplarin çoğunda da Vehbi Koç’la yaşanmiş anilara yer vermişlerdi. Kitabimin telif hakkini Vehbi Koç Vakfina satmiş olduğum için, ilâveli yeni bir basima Vakfin karar vermesi gerekecektir... Şimdi, ben yeni bir kitap üzerinde çalişiyorum. İş hayatindan ayrildiktan sonra, üniversite ve akademi kültür kulüplerine konuşmaci olarak davet edildiğim için öğrencilerle yakin temaslarim oluyor. Gençlerimizin başariya giden yollari bulmaya ve deneyimleri öğrenmeye önem verdiklerini görüyorum. Bu izlenimlerden etkilendiğim için, Cumhuriyet döneminde iş hayatina atilmiş, başariya ulaşmiş iş adamlarimizdan 20/25 kişilik bir gurubu, bunlarin özelliklerini, deneyimlerini ve başari formüllerini yeni kitabimda gözler önüne sermek istiyorum. Kitabimda,Türk toplumunun ve iş dünyamizin kendine has etnik yapisini dikkate alarak, belgesel roman uslûbunda, geniş bir yelpaze oluşturmaya çalişacağim. Bunun için de, kitabimin adini "Mozaik"olarak belirledim...
EROL TOY’UN İMPARATORU ile benim VEHBİ KOÇ’um
Erol Toy’un "İmparator"isimli romani, 1970 Türkiyesinde, genç kuşaklara sosyalist felsefeyi benimsetmek için düşünülmüş bir senaryoydu ...1968 yilinda Paris’te başlayan, sonra, dalga dalga bütün ülkeleri tesiri altina alan bu hareketin Türk gençlerini de et-kilemesi kaçinilmazdi...Erol Toy, gelişmeleri firsat bilmiş, gençleri ve işçi kesimini sömürü düzenine karşi bilinçlendirmek için "İmparator"isimli romani yazmişti. Romandaki kahramanlarin isimlerinin hayâli olmasina rağmen, bunlarin, Koç Ailesini ve Koç Şirketlerinde üst düzeyde çalişan birkaç yöneticiyi temsil ettiği açikça belli oluyordu... Vehbi Koç’un hayat hikâyesini yazdiğim 1994 yili ile Erol Toy’un İmparator’unun yayinlandiği 1971 yili arasinda çeyrek asirlik bir zaman farki bulunmaktadir. Geride kalan bu yillar boyunca, her alanda, köprülerin altindan çok su akip gitmiştir...Bu süre zarfinda; Marksist, Leninist ve sosyalist inançlar zayiflamiş, demokratik sistemin insan tabiatina daha uygun olduğu ve toplumsal yararliliği anlaşilmiştir . Rekâbet, ilerlemenin itici gücü olarak benimsenmiştir. Bu gelişmeler; Sovyet İmparatorluğunun dağilmasina, Demirperde’nin ve Berlin duvarinin yikilmasina, Çin’de bile liberal ekonomi uygulamalarinin başlatilmasina sebep olmuştur...
Bizde de, büyük yanlişliklar ve zamanlama hatalari yapilmiş olmasina rağmen,1983’ten bu yana, ekonomik alanda önemli gelişmeler sağlanmiştir. Pazar ekonomisine ve serbest kur politikasina geçilmesi, yap-işlet-devret sisteminin benimsenmesi, ihracatin öne çikmasi, özelleştirmenin başlatilmasi, Gümrük Birliği’ne katilmamiz bunlardan bazilaridir. Ben,Vehbi Koç’un hayatini anlatirken, geri planda, Cumhuriyet döneminin önemli olaylarina değinerek Türk özel sektörünün nasil bir ortamda yeşerdiğini ve geliştiğini göstermek istedim... İstedim ki, özellikle genç kuşaklar, bugün, ekonomik alanda ulaşilmiş olan seviyenin elde edilmesi için nelerle karşi karşiya kalindiğini, bunlarla nasil mücadele edildiğini öğrensinler. Vehbi Koç’un Cumhuriyet döneminde yaptiklarini ve yaşadiği olaylari öğrensinler. İstedim ki, bugünün girişimcileri O’nun başarilarini,heyecanlarini ve düşüncelerini yeniden yorumlasinlar.
Vehbi Koç’un hayatini yazmaya karar verirken, O’nun, içimizden biri olduğunu belirtmeyi çok arzu etmiştim. Kurtuluş Savaşinin devam ettiği bir dönemde, Ankara’da, babasiyla bir bakkal dükkani açan, sonra Cuhhuriyet döneminin getireceği imkânlari sezen ve yeni atilimlara yönelen, esnafliktan tüccarliğa, tüccarliktan sanayiciliğe atlayan ve sonunda bir işdünyasi imparatorluğu kuran Vehbi Koç , gerçekten, her yönüyle "içimizden biriydi”.
Vehbi Koç’un gerçekte içimizden biri olduğunun bilinmesiyle, gençlerimizin birer Koç olma cesaretlerinin ve umutlarinin daha da kuvvetleneceğine inanmiştim. Bunu başarmak için de "insan" Vehbi Koç’u daha ayrintili, düşünce dünyasinin derinliklerine inerek, O’nu,bazen daha gerçekçi bazen de daha duygusal anlatmam gerekirdi. Şimdi, Vehbi Koç’un ölümünden sonra, kitabimi tekrar okuyunca, bu yönün gereğince işlenmediğini hissediyorum. Metin Toker’in isabetle belirtmiş olduğu gibi; "Devlet kurarken olduğu gibi ekonomik imparatorluk kurarken de,kurucularin karşisina çikan bazi kaçinilmaz zaruretler vardir, Bunlarin hangi ölçüde açiğa vurulabileceğinin, nasil yorumlacağinin dengesini bulmak çok zordur." Ben,patronum Vehbi Koç’u anlatirken bu dengeyi kaybetmemeye çok özen göstermiştim. Satir aralarinin yorumlanmasini okuyucunun sezisine ve hayâl gücüne birakmiştim. Gelecek yillarda, Vehbi Koç’un hayatini inceleyecek olan araştirmacilarin, benim noksanlarimi tamamlayacaklarini saniyorum.
Vehbi Koç, "İmparator" benzetmesini hiç sevmemiştir. Ben, başlangiçta kitabimin ismini " İçimizden Biri, İmparator Vehbi Koç"olarak tasarlamiştim. Çünkü, benim için, Vehbi Koç, tebaasini mutlu etkek isteyen bir”İmparatordu."Vehbi Koç bu ismi sevmediği için kullanmaktan vazgeçtim.
CUMHURİYET DÖNEMİ GİRİŞİMCİSİ VEHBİ KOÇ
Vehbi Koç’un işadami kişiliği, ekonominin ve toplumsal yaşamin yasalarina uygun biçimde gelişmiş ve oluşmuştur. 1920 Türkiyesinde Müslüman bir girişimcinin, işe bakkal dükkani açarak başlamasi çok doğaldi. Esnafliktan tüccarliğa geçişte, 1926 yilinda, firmanin "Koçzade Ahmet Vehbi"olarak Ankara Ticaret Odasina kaydedilmesi yeni bir aşama oluyordu. Ankara’nin "Hükümet Merkezi"olmasi ise Vehbi Koç’un viz-yonunu genişletiyor ve onu Müslüman olmayan iş adamlarina karşi yarişa sokuyordu. Burada Vehbi Koç’un çarpici bir yani ortaya çikmaktadir. Musevi, Rum ve Ermeni işadamlarinin başari sebeplerini araştiran Vehbi Koç, gayri-Müslimlerin "işi bilen"insanlari kullandiklarini anliyor ve kendisi de, hemen, "işi bilenleri" yanina alarak işlerini genişletmeye koyuluyordu. Her yeni işe gi-rerken de, seçtiği "işi bilene"küçük te olsa ortaklik hakki taniyordu. Böylece, çalişanlar, kendileri için de çaliştiklarini hissederek daha verimli olmaya gayret ediyorlardi. Böylece, " Koç İmparatorluğu "nun temelleri atilmiş oluyor ve Vehbi Koç "Mucizesi"gerçekleşiyordu.
Türkiye’nin sanayileşme süreci incelendiği zaman, özel teşebbüsün sermaye ve yetişmiş insan gücü bulunmadiği için, 1930’lu yillarda. "Devletçiliğin"bir Cumhuriyet politikasi yapildiği görülmektedir. Bu süreç 1950 yilina kadar devam etmiştir. Sanayici olmak için ihtiyaç duyulan sermaye birikimi, ticaretten kazanilarak fabrika yatirimlarina dönüştürülmüştür. Bu anlamda, Vehbi Koç, sirasina göre; önce esnaf, sonra tüccar ve nihayet sanayici olmuştur... Vehbi Koç’un çarpici bir başarisi da, Cumhuriyet Türkiye’sinde, Türk işadamina önce güven duygusu ve sonra kimlik kazandirmiş olmasi gerçeğidir. Vehbi Koç hayati boyunca, mücadele etmenin heyecanini yaşamiş, başariya ulaşmanin mutluluğunu tatmiş ve zaman zaman da kaybetmenin hayal kirikliğini içine sindirme olgunluğunu göstermişti. Vehbi Koç bu deneyimleriyle, Türk işadaminin yokluklari ve güçlükleri aşarak, çağdaş bir girişimci olabileceğini bütün dünyaya kanitlayan bir akinci olmayi başarmişti. Benim gençlik yillarimda, okullarda öğrencilere; "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?"sorusunu, gençler; "Vehbi Koç olmak istiyorum!"diyerek cevaplarlardi. Bunun içindir ki, Vehbi Koç, Osmanli İmparatorluğu döneminde, yalniz askerlik yapan, ya gazi ya da şehit olan Müslümanlarin, Cumhuriyet döneminde başarili işadami olabileceklerini kanitlamiş bir "Akinci”dir.
VEHBİ KOÇ’UN TUTUMLULUĞU
Vehbi Koç Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki sikintili yillari yaşamiş kişiliği ile savurganliğa karşi mücadelesini inatla sürdüren bir karaktere sahipti. Vehbi beye göre; lüks otomobile sahip olmak, uçakta birinci sinifta uçmak, pahali otellerde kalmak, ziyafetler düzenlemek israftan başka birşey değildi! Buna karşilik Vehbi Koç inandiği hayir işlerine milyonlarini vermekten büyük keyif alirdi. Bence, Vehbi Koç "damlaya damlaya göl olur" felsefesinin en inançli taraftari idi. Bu duygularla, Vehbi Koç’un şu sözleri hatirlatmak istiyorum :
"...En lüks hayati yaşayabilir, en lüks yerlerda oturur, en lüks arabalara binebilirdim...Bunlarin hiçbirisini yapmadim. Çocuklarima ve iş arkadaşlarima kötü örnek olmak istemedim. Davraniş-larimdan dolayi pişmanlik hissine hiç kapilmadim. Hayata bir daha gelsem yaptiklarimi aynen tekrarlar ve devam ettirirdim.”
Vehbi Koç büyük bir imparatorluğun kurucusu olduktan sonra dahi bir eletrik ampulünün gereksiz yere yanmasini önlemeye çalişir, evinde ve bürosunda bulunan kişileri uyarmayi ciddi bir görev sayardi. Buna karşilik,çocuklarinin ve iş arkadaşlarinin,son yillarda özel Koç uçaği ile -kendi tabiriyle zirt-pirt- uçmalarini, görevin zamaninda yapilmasinin önemini bildiği için gerekli görür, gene kendi tabiriyle - bu savurganliği- içine sindirirdi. Aramizda geçen bir görüşmede; "Çocuklariniz aşiri derecede tutumlu olduğunuzu söylerken size büyük bir hayranlik duyduklarini gizlemiyorlar" dediğimde, Vehbi Koç, bana şöyle cevap vermişti; ”Hayranlik duyuyorlarmiş! Ama hiçbirisi bana benzemek istemiyor!" Bu yüzden, Vehbi Koç, genç kuşak patronlarda görülen ve giderek yayginlaşan "statü"belirleme hevesine hep karşi çikmişti. Yeni kuşak patronlarin çalişma odalarindan otomobillerine, yatlarindan uçaklarina kadar yaptiklari gereksiz harcalamalari tenkit etmiş, bu savurganliğin önlenmesini istemişti. Bunun için de, benim ; "Ayinesi iştir kişinin,lafa bakilmaz!"özdeyişini; "Ayinesi iştir patronun, gösterişe bakilmaz!"şeklinde değiştirmemi çok tutmuştu...
BABACAN VEHBİ KOÇ
Vehbi Bey, yillar boyu; çocuklarinin, torunlarinin ve iş arkadaşlarinin yetişmeleri için her fedakãrliği yapmiştir. Şimdi, O’nun yokluğunda, bu emeğin karşiliğini verecek olan insanlar ve kadrolar işin başinda bulunuyorlar. Vehbi Koç, birçok yönüyle, alişilmişin dişina taşan bir patrondu. Beklenilenden daha fazla nazikti. İş arkadaşlarini mahçup edecek, onlari başkalarinin yaninda zor duruma düşürecek beyanlardan kaçinirdi. İnsanlari bakişiyla ödüllendirir, gülüşüyle cezalandirirdi! Karar verdiği konularda bile, kendi görüşünü, patron edasiyla açiklamazdi. Her ortamda ve her zaman hayati kendi kurallarina göre yaşama kararliliğina rağmen "Babacan Patron"görüntüsünü bozmamaya dikkat ederdi...Vehbi Koç’tan sonra, toplulukta yönetim kademelerinde çalişmaya devam edecek olanlar, O’nun bu "Babacan Patron"havasini özleyeceklerdir.
İş dünyasinda, hatta her alanda başarili olmak için, kişinin kendi kurallarini öne çikarmasi gerekir. Lider kişiliğinin oluşmasinda; hedefi belirlemenin, takipçiliğin, çevresine hükmetmenin yaninda "acimasizliğin"da önemli bir yeri vardir. Gerçek bir iş dünyasi lideri olan Vehbi Koç’un kişiliğinde bu özelliklerin hepsi bulunuyordu.
Vehbi Bey’in hayatinda "İş" daima birinci planda bulunduğu için, onun dostluk ilişkileri hep yüzeysel kalmiştir. Vehbi Koç, her vesileyle, çocuklarindan ve iş arkadaşlarindan, çalişma arakadaşlariyla dostluk ilişkisi kurmamalarini istemiştir...
Bugün ise yönetim felsefesinde önemli değişiklikler oluşuyor. İnsan ilişkileri daha çok önem kazaniyor. Otoriter patronun yerini; insancil, "takim kaptani - coach" yaradilişli patronlar aliyor... Vehbi Koç, değişik meslekteki insanlarin görüşlerini öğrenmek, onlarin hayat felsefelerini anlamak için iş dünyasi dişinda bulunanlarla ilişki kurmaya önem verirdi. Örneğin; tiyatro sanatçisi Metin Akpinar, Zeki Alasya, yazarlardan Mehmet Barlas, Güneri Civaoğlu, müteahhitlerden Ayduk Koray, mimarlardan Aydin Boysan, doktorlardan Gürbüz Barlas, Tarik Minkari, turistik restoranci Beyti Güler bunlardan bazilariydi. Yürüyüş gurubuna katilanlar ise mevsime ve yerine göre değişik kişilerden oluşurdu. Vitali Hakko’nun bu konudaki anisi çok anlamlidir. Birgün, Vitali Hakko da yürüyüşe katilmaya karar verir ve Yeniköy sahilinde buluşulur. Vehbi Koç Vitali Hakko’yu gurupta görünce şu yorumu yapar: " Sen yaman adamin tekisin! Aramiza katildiğina göre, muhakkak bizlerden birşeyler öğrenmeye çalişacaksin."İşte bu yorum, biraz da Vehbi Koç’un,bu gibi beraberliklerden beklediklerini açiklamaktadir bence...
Vehbi Koç, kişiliğiyle, ülkemizde; üretken olan,devamli yeni iş alanlari açan,sosyal konularla ilgilenen, vergisini doğru ödeyen dürüst ve saygin işadami modelini oluşturmuştur. O’nun bu yönü, geniş halk kitlelerince takdirle karşilanmiştir. 1980’li yillarda ortaya çikan "köşe dönmeci" lerin çoğalmasi, kamu oyunun dürüst işadamina, haysiyetli bürokrata, seviyeli politikaciya olan özlemini kuvvetlendir miştir. Bu dönemde her alanda yozlaşan sistemin düzelebilmesi için "Yükselen Değer"arayişi hizlanmiştir. İşte,Vehbi Koç, dengeleri bozulan böyle bir ortamda; sergilediği davraniş biçimiyle, aşiriya kaçmayan görüşleriyle, mütevazi kişiliği ve yaşam tarziyla insanlarin sevgisini kazanmayi başarmiştir. Bu yönleriyle, Vehbi Koç, Türk işâleminin gerçek "Duayeni"olma payesini hak etmiş oluyordu... Vehbi Koç’u taniyanlar O’nu unutmayacaklardir...
BİRİNCİ ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE VEHBİ KOÇ
Geride kalan bir yil boyunca, Vehbi Koç’un çalişma arkadaşlari ve dostlari olarak, O’nu, anarak, aramizda ve yanimizda hissederek yaşadik. Bu duygu, O’nun, ilkelerini ve hayat felsefesini benimsetmek için, yaşami boyunca, bizlere ne derece yoğun bir emek verdiğinin çarpici bir kaniti oluyordu. Memleket sorunlarinin çeşitlendiği ve giderek dal-budak saldiği 1996 yilindan bu yana, iş âleminin ve toplumun, Vehbi Koç’un sağduyulu uyarilarini özlemle beklediğini bilmekteyiz.
Vehbi Koç, olgunluk çağina girdiği 1960 dönemini izleyen yillarda, toplumsal uzlaşmayi savunan, taraflar arasinda diyaloğun önemini kavrayan, iş dünyamizin, kidemli, deneyimli ve en etkili lideri konumun daydi. Vehbi Koç, piyasa ekonomisinin bütün kurallariyla yerleşmesinin siyasal istikrarla gerçekleşeceğini sezmiş ve buna, katilimci, demokratik bir sistemle ulaşilabileceğine inanmişti.
Vehbi Koç, Avrupa ile bütünleşmenin, Türkiye için vazgeçilmez bir hedef olmasi gerektiğini belirtirken, bunun, siyasette demokrasiye, ekonomide de serbest pazar ve rekabet kurallarina yönelmekle mümkün olacağini biliyordu. Bunun için de, Vehbi Koç, her zeminde Türkiye’nin aydinlik geleceğinin demokraside olduğunu israrla savunmuştu. Bugün; demokrasi, insan haklari, temiz toplum, şeffaf yönetim özlemini dile getiren çevrelerin, Vehbi Koç gibi deneyimli bir sesin noksanliğini hissettiklerini görüyor ve duyguyu bizler de paylaşiyoruz.
Önümüzdeki dönemde, bu eksikliğin giderilmesi için, işdünyasi liderlerimize ve sivil toplum örgütlerine önemli uyari görevleri düşecektir. Çünkü, Vehbi Koç’un inançla belirttiği gibi;"Devletimiz ve ülkemiz var oldukça bizler de var olacağiz.
Hayati boyunca, Atatürk’ün çağdaş uygarlik hedefine yönelmiş olan Vehbi Koç’u, ölümünün birinci yildönümünde, engin hayranlik duygularimizla ve özlemle aniyoruz.
GALATASARAY’A BAŞKAN OLABİLİR MİYİM ?
Ben 1945/46 yillarinda, Galataray Lisesi’nde "Spor Odasi"nin yönetimini üstlenmiştim... Muslih Peykoğlu ve Mehmet Ali hocalardan spor ahlâkinin temel kurallarini bellemiştim..Lise futbol takiminin, Galatasaray kulüp takimi olarak sahaya çikmasinin coşkusunu yaşamiştim...Tribünlerin köşesinde, heyecandan titreyen ellerimle, bağirmaktan kisilan sesimle, yenilgilerde üzüntü, galibiyetlerde sevinç gözyaşlarimla Galatasaray taraftari olmayi öğrenmiştim...Ve yillar sonra bana yapilan; " Gel! Galatasaray Spor Kulübüne Başkan ol" teklifi karşisinda havalara uçmuştum ! Ancak, geride kalan seneler, bana, haddini bilmeyi öğrettiği için, hâyal âleminden uyanmam uzun sürmemişti ...Bugün, ben kendimi, Galatasaray Spor Kulübüne başkan olmuş kadar yücelmiş hissediyorum...
SOYADIMIZ NİÇİN KIRAÇ ?
KIRAÇ soyadi, bize, babamizin Anadolu’nun kiraç topraklarinda yaşanan özveri dolu bir hayatin ödülü olarak miras kalmiştir. Ve, bu ödülü babama lâyik gören büyük Atatürk olmuştur. Babamiz ziraatçi Ali Numan Kiraç’in Anadolu’nun bağrinda, Eskişehir’de, kiraç topraklari verimli kilmak için verdiği mücadeleyi yakindan izleyen Gazi Mustafa Kemal, 1933 yilinda kabul edilen "Soyadi" yasasina uyarak KIRAÇ adini bize armağan etmiştir. Biz Kiraç’lar, bu soyadimizla öğünürüz, onur duyariz...Kiraç’in gerçek anlamini da, lûgatlardaki tarifinin aksine, mücadeleyle kazanilan verimlilik olarak anlariz...
VEHBİ KOÇ”un İLKELERİ
- YIL 1970...Vehbi Koç’a gönderdiğim yazida; VEHBİ KOÇ’u, HULKİ ALİSBAH’i, BERNAR NAHUM’u, ZİYA BENGÜ’yü, LÜTFÜ DORUK’u KOÇ’UN YORGUN SAVAŞÇILARI ilân etmiş ve görevlerini genç kuşaklara devretmelerini önermiştim ! ... YIL 1991... Ben, görevi birakip, "Hayatin yeni sahiline" geçeceğimi açikladiğim zaman, Vehbi Koç, bana; " Ne o? Sen de mi Yorgun Savaşçi oldun!" demişti. Ve şu açiklamayi yapmişti: " Gerçek savaşçilar asla yorulmazlar!”
- Vehbi Koç, insanlarin, hayatlari boyunca birçok şey öğrendiklerini öğrenmişti! O, ilginç konulari çevresindeki insanlarla paylaşmayi bir insanlik görevi sayardi. Çünkü, Vehbi Koç, öğrenilen konu, görüş ve düşüncelerin, bunlar başkalariyla paylaşildiği ve kullanildiği takdirde insana değer katacağina inanirdi. Bu inançla, Vehbi Koç, hayati boyunca edindiği tecrübeleri etrafina aktarmayi bir görev saymişti.
- Vehbi Koç için "akilli insan" kendi aklinin üstüne başkalarinin aklini da ekleyerek kullanmasini bilen insandi. Bu özelliği ile Vehbi Koç, bütün önemli kararlarda başkalarinin görüşlerini almayi şaşmaz bir ilke edinmişti.
- VEHBİ KOÇ, İKTİDARDAN DÜŞEN POLİTİKACILARA VE MAKAMINI TERKEDEN BÜROKRATLARA, EMEKLİ OLAN GENERALLERE DAİMA İLGİ GÖSTERMİŞTİR. Vehbi Koç, bu davranişinin sebeplerini şöyle açiklamaktadir:
"İktidardan düşenler ve makamini kaybedenler, toplum hayati içinde kendilerini yalniz hissetmeye başlarlar. Güç ellerindeyken etraflarindan ayrilmayanlar, artik onlarla ilgilenmezler. Ben, memleketine değerli hizmetler vermiş olan bu insanlara ilgi göstermeyi bir vatandaşlik görevi sayarim.”
VEHBİ KOÇ, YAŞADIĞI OLAYLARDAN, İYİ EĞİTİLMİŞ VE DEĞER ÖLÇÜLERİ YÜKSEK OLAN FERTLERİN, KURUMLARIN VE ÜLKENİN GELİŞMESİNE VE YÜCELMESİNE ÖNEMLİ KATKILAR YAPACAĞINA İNANMIŞTI. BU İNANÇLA DA ÜLKEMİZDE ÇAĞDAŞ EĞİTİMİN GELİŞMESİ İÇİN; TÜRK EĞİTİM VAKFI’NIN,VEHBİ KOÇ LİSESİ’NİN VE KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NİN KURULUŞUNA ÖNCÜLÜK YAPMIŞTIR.
BİRKAÇ ANI
1980’LI YILLARDA,KOÇ HOLDİNG ÜST DÖZEY YÖNETİCİLERİ OLARAK, DÜNYAYA AÇILMA HEYECANI İLE,SIK SIK DIŞ SEYAHATLER YAPIYORDUK. KOÇ’TA ÜST DÖZEY YÖNETİCİ OLDUĞUMUZ İÇİN DE UÇAKLARDA "FIRST CLASS"UÇMAYI KAZANILMIŞ BİR HAK GİBİ GÖRÜYORDUK ! VEHBİ BEY ŞİRKET MASRAFLARINI AYRINTILARİYLE TAKİP EDERDİ. LİSTELERİ İNCELEYİNCE İŞİN VEHAMETİNİ (!) ANLAMIŞ VE BİZLERİ, ÇOCUKLARIYLA BERABER,ÇALIŞMA ODASINA TOPLAMIŞTI. VEHBİ KOÇ İSTEĞİNİ ŞU CÜMLELERLE BELIRTMİŞTİ :
" UÇAK MASRAFLARINI İNCELEDİM. SİZLERİN AVRUPA’YA BİRİNCİ SINIFTA UÇTUĞUNUZU ANLADIM. BU DAVRANIŞINIZI DOĞRU BULMUYORUM. İŞ ARKADAŞLARINIZA, ŞİRKET MÜDÜRLERİNE KÖTÜ ÖRNEK OLUYORSUNUZ. ARTIK ONLAR DA ‘BEN NİYE BİRİNCİ SINIFTA UÇMAYAYIM ?’ DİYE DÜŞÜNECEKLERDİR. BUNUN SONU GELMEZ. HEMEN BİR DIŞ SEYAHAT YÖNETMELİĞİ HAZIRLAYIN. AVRUPAYA BÜTÜN UÇUŞLAR TURİST SINIFTA YAPILSIN. AMERİKA VE JAPONYA’YA, YALNIZ ÜST DÜZEY YÖNETİCİLER BİRİNCİ SINIFTA UÇSUNLAR."VEHBİ BEY,KONUŞMASINI ŞÖYLE TAMAMLAMIŞTI: "BU DÜZENLEMEYİ, SİZLERDEN PARA ESİRGEDİĞİM İÇİN İSTEMİYORUM. BUNU KANITLAMAK İÇİN DE, DIŞ SEYAHATLERİNİZDEN ORTAYA ÇIKACAK BİRİNCİ SINIFLA TURİST SINIFI ARASINDAKİ PARA FARKINI, YIL SONUNDA PRİMİNLERİNİZE EKLENMESİ TALİMATI VERECEGİM !"
MERAKINIZI HEMEN GİDEREYİM ; TURİST SINIFTA UÇMAYA DÖNDÜĞÜMÜZ HALDE, BİLET PARASI FARKLARI PRİMLERİMİZE İLAVE EDİLMEMİŞTİR !
1987 YILI ŞUBAT AYINDA HİNDİSTANIN YENİDELHİ ŞEHRİNDE VEHBİ KOÇ’A MİLLETLERARASI TİCARET ODASI TARAFINDAN YILIN İŞADAMI ÖDÜLÜ VERİLİYORDU. TÖRENE KOÇ AİLESİYLE BERABER TÜRKİYE ODALAR BİRLİĞİ TEMSİLCİLERİ VE BİRKAÇ KOÇ TOPLULUĞU YÖNETİCİSİ DE KATILIYORDU... O YILLARDA KOÇ HOLDİNG’İN ANKARA TEMSİLCİLİGİNİ YAPAN TURGUT TOKUŞ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KOORDİNATÖRÜ TUĞRUL KUTADGOBİLİK DE HEYETE KATILMIŞLARDI...İSTANBUL’A DÖNÜLDÜKTEN SONRA,HOLDİNGTE SEYAHAT MASRAFLARININ KAPATILMASI İŞLEMLERİ YAPILIRKEN, TURGUT VE TUĞRUL BEYLERE VEHBİ KOÇ’UN YAZILI BİR NOTU HATIRLATILMIŞTI...VEHBİ BEY, HOLDİNG MUHASEBESİNE GÖNDERDİĞİ TALİMATTA, BU İKİ ARKADAŞIN HİNDİSTANDA KALDIKLARI SÜRECE DEVAMLI OLARAK ZİYAFETLERE KATILDIKLARINI VE YEMEK PARASI ÖDEMEDİKLERİNİ BELİRTİYOR, BUNUN İÇİN DE SEYAHAT GİDERİ OLARAK ALDIKLARI YOLLUKTAN 375’ŞER AMERİKAN DOLARINI İADE ETMELERİNİ İSTİYORDU.
GÜVEN OSMA, KOÇ TOPLULUĞUNDA YETİŞMİŞ, PARLAK, YETENEKLİ VE ÇALIŞKAN GENÇ BİR ŞİRKET MÜDÜRÜYDÜ. İŞ BECERİSİNİN YANINDA ÇOK GÜZEL YEMEK YAPMASINI DA BİLİRDİ. BİR GÜN BU HÜNERİNİ GÖSTERMEK İÇİN VEHBİ BEY’İ EVİNE AKŞAM YEMEĞİNE DAVET ETMİŞTİ. GÜVEN OSMA, LEZZETLİ VE GÖSTERİŞLİ YEMEKLER HAZIRLAMIŞ VE EV DAVETİ MÜTHİŞ BİR ZİYAFETE DÖNÜŞMÜŞTÜ. KAT KAT RENKLİ PİLAVLAR,ŞARAP VE MANTAR SOSLU ETLER.MAYONEZLİ BALIKLAR, ZEYTİNYAĞLI DOLMALAR,AŞURELER,TATLILAR VE NELER NELER!...DAVETTEN İKİ GÜN SONRA VEHBİ BEY’DEN ŞÖYLE BİR NOT ALMIŞTIM : "BU GÜVEN OSMA ÇOK YAMAN BİR ADAM ! BİLMEDİĞİ İŞ YOK. BAŞKA ŞEYLERE BU KADAR MERAKI OLAN BİR MÜDÜR ŞİRKET İŞİNİ MUHAKKAK İHMAL EDİYORDUR. KENDİSİNİ YAKINDAN TAKİP EDİNİZ VE YERİNE GEÇECEK BİRİSİNİ ŞİMDİDEN DÜŞÜNÜNÜZ.” 1
KISA BİR SÜRE SONRA, GÜVEN OSMA, MUTFAĞA GİRMEMESİ İÇİN YAPTIĞIMIZ BASKILARA DAYANAMAYARAK TOPLULUKTAN AYRILMIŞ VE BRÜKSEL’E GÖÇ ETMİŞTİ.
VEHBİ KOÇ’UN HAYAT HİKAYESİ, CELAL SAHİR’İN ŞU DİZELERİNDE ÖZETLENMİŞ GİBİDİR :
" BAŞIMLA GÖNLÜMÜ EDEMEDİM EŞ
BİRİ YÜZ YAŞINDA BİRİ YİRMİ BEŞ
BAŞIM DEDİ DİNLEN GÖNLÜM DEDİ KOŞ
BAŞIM DEDİ DURUL GÖNLÜM DEDİ COŞ "