Can Kıraç
Koç'tan niçin emekli olduğumu merak eden ve beni sorgu yağmuruna tutan bir çok arkadaşıma değişik sebepler anlattığımı hãlã hatırlıyorum. Özgür yaşamak, hayatı başka yönleriyle tanımak, kendime vakit ayırmak, şiir yazmak, resim yapmak! Bunlar gibi bir yığın sebep, bir çok mazeret. Bu se-beplerin herbirinde, biraz abartılı, biraz masum, ama muhakkak bir gerçek payı bulunduğunu itiraf etmek isterim....
Ancak, bu sebepler içinde Vehbi beyin en hoşuna gideni benim Başkanlık tutkum'la ilgili olanıdır....Vehbi bey 31 Aralık 1991 günü Nakkaştepe'de yeni yılı karşılama toplatısında yapmış olduğum konuşmadan sonra bana;
"Ben senin içinde politikacılığın yaşadığını 1952 yılında yazdığın yazıdan mahkemeye düştüğün zaman anlamıştım. Hata etmişiz! Senin o gün siyasete girmen lâzımmış. Memleket büyük bir lider kaybetmiş!" diyerek, kendine has uslûbu ile beni alay'a almıştı! Ben de "O takdirde Koç Topluluğu bu başarıları nasıl elde ederdi?" gibi tirajikomik bir soru ile Vehbi Bey’i bir hayli güldürmüştüm.
1949-1950 yıllarında Türkiye Millî Talebe Federasyonu Başkanlığı ile başlamış olan bu tutku, bugün bile bütün gücüyle içimde yaşamaktadır! 1950 yılında Koç'a girişim, irticaya karşı yazdığım bir yazıdan dolayı 1952 yılında mahkemeye verilmem, beraat ettikten sonra Vehbi Bey’in bana politikaya girme teklifi yapması, benim "Ben başkanlığı Koç'ta istiyorum, politikacı olmıyacağım!" diyerek bu teklifi geri çevirmem unutamadığım anılarımdır.
Koç’taki Başkanlık macerama gelince !
Birgün, bana, Koç Holding Otomotiv Gurubu Başkanlığını teklif ettiklerinde çok memnun olmuş, kendi kendime ; 'Can görüyorsun, beklediğin Başkanlık nihayet karşına çıktı' demiştim. Otomotiv Gurubu Başkanı olarak arkadaşlarımla yapacağım ilk toplantıya patronum Bernar Nahum Bey'i de davet etmiş ve konuşmama şöyle başlamıştım: "Başkanınız olarak...." dememe kalmamış, Bernar Bey konuşmamı hemen durdurmuştu: "Sen Başkanlığı benim olmadığım zaman yaparsın. Ben varken benden başka kimse Başkanlık yapamaz!" demişti. Ben de boynumu bükmüş, talihime küserek yeni bir başkanlık fırsatını beklemeye devam etmiştim.
Sıra Koç Holding İdare Komitesi Başkanlığına gelmişti. Bana, 1987 yılı Ocak ayında İdare Komitesi Başkanlığına getirildiğim bildirilmişti.
Böyle bir görevin verilmiş olmasından büyük gurur duymuştum. Bu heyecanla arkadaşlarımı toplamış, Rahmi Koç'u da toplantıya davet etmiştim. Söze başlarken "Başkanınız olarak sizleri selâmlıyorum" dememle Rahmi Bey’in uyarısı ile karşılaşmıştım: "Benim bulunduğum yerde benden başka kimse Başkanlık yapamaz!" Böylece Koç Topluluğunda başkan olma hayâlimin gerçekleşmeyeceğini geç de anlamış oluyordum.
Yıllar ilerlemiş ve 1991 yılının Ekim ayına gelinmişti.
20 Ekim Milletvekili Seçimlerinden önce, birgün beni Süleyman Demirel aramıştı. "Partinin vitrinini güzelleştiriyorum, Tansu Çiller hanım aramıza katıldı, seni de bekliyorum ve sana Başkanlık teklif ediyorum" demişti!
Bu teklif karşısında nasıl şaşırdığımı ve sevindiğimi tahmin edemezsiniz. Şaşkınlığımı belli etmeden Süleyman Bey’e benim için ne biçim bir 'Başkanlık' düşündüğünü sorma cesareti bile göstermiştim! O da bana; "Can bey kardaşım, seni ya Meclis Başkanı ya da Cumhurbaşkanı yapmayı düşünüyorum!" di-yerek şaşkınlığımı bir kat daha arttırmıştı. Heyecandan neredeyse küçük dilimi yutacaktım! Bu teklifin altında ne var acaba diye düşünürken, Süleyman Demirel konuşmasına şöyle sürdürmüştü:
"Meclis Başkanı olmak için milletvekili seçimini kazanmak gereklidir. Cumhurbaşkanlığı için Meclis dışından da seçilmek mümkündür! Kararı sana bırakıyorum ve iyi şanslar diliyorum!"
Artık, benim, seçim sonuçlarını beklemekten başka çarem kalmamıştı. Bu tarihî görüşmeden sonra Rahmi bey benimle son bir toplantı yapmış ve hiç olmassa bir yıl daha göreve devam etmemi istemişti. "Beni Nakkaştepe'de kurda kuşa bırakma" diyerek en hassas noktama değinmişti!
Rahmi Koç'un bu samimî itirafından çok etkilenmiştim. İçimden bir ses benden Rahmi beye destek vermemi istiyordu. Ancak, Süleyman Demirel'in vaatlerini unutamıyordum. Nihayet gerçek bir "Başkan'" olacaktım! Rahmi bey'den anlayış göstermesini ve Koç’tan ayrılma kararımı kabul etmesini dilemiştim.
Seçimler yapılmış , Süleyman Demirel Erdal İnönü ile "Olağanüstü Koalisyonunu" kurmuş ben de Ankara'dan bir haber beklemeye başlamıştım... Ses sedâ çıkmayınca Demireli ben aramıştım. Süleyman Bey, mahçup bir edâ içinde bana şunları söylemişti; "Biliyorsun biz tek başımıza iktidar olamadık. Dün dündür, bugün bugündür! Binanaleyh, senin başkanlığın için bir süre daha beklememiz gerekecektir. Sabırlı olmanı bekliyorum "
Bu durumda bazı ayrıntıları Süleyman Bey'e aktarmam gerektiğini anlamıştım... "Beyefendi, benim Erdal İnönü ile de yakınlığım vardır! Ziraat Fakültesinde okurken Erdal Bey Fen Fakültesinde öğrenciydi. O dönemde Fakülteler arası münazaralar yapılırdı. Bir defasında İnönü ile ülkemizin kal- kınma sorunlarını tartışmıştık!"... Süleyman Bey cümlemi bitirmeme fırsat bırakmadan konuya şu açıklamayı getirmişti; "Bütün bunları biliyorum. Durumu Sayın İnönü ile görüşürken bana şöyle bir açıklama yaptı 'Can Kıraç hâlâ ülkemizin tarımla kalkınacağını savunuyor, biz ise kalkınmanın sanayi ile gerçekleşeceğini iddia ediyoruz. Bu açık görüş ayrılığı varken, ben Sayın Kıraç'ın Cumhur-başkanlığını parti teşkilâtıma kabul ettiremem!'
Erdal İnönü'nün bu haklı itirazı karşısında benim köşeme çekilmekten başka çarem kalmıyordu. Hikâye bu ya, tam bu günlerde, olayları içime sindirmeye çalışırken, Star Televiz-yonunun patronu Cem Uzan beni arıyordu;
"Can Amca! Biliyorsun bizde bazı kasetler var! Bunlardan birisi seni ilgilendiriyor, muhakkak seyretmelisin!'
Ben bu haberden pek heyecanlanmamıştım! Bu yaştan sonra, emeklilik dönemimde benim korkacağım bir kaset olabilir miydi? Bunun için de Cem'e sükûnetle "Yanlışlıkla beni başkaları ile karıştırıp birşeyler yakalamışlarsa kaseti eşim İnci'ye göndermeni rica ederim. Hiç olmassa ona iftihar edeceğim bir armağan sunmuş olursun!" demiştim... Cem, bütün itirazlarıma rağmen kaseti göndereceğini ve bunu muhakkak seyretmemi istemişti. Kaset gizli kamera ile çekilmişti ve ünlü Güniz Sokağın girişinde başlıyordu! Devetüyü paltosunun yakası kalkık, şapkalı uzun boylu bir adam hızla Demirel 'in evine yaklaşıyordu. Sonra Demirel ve uzun boylu adam kucaklaşıyorlar ve birden ekrandan bir ses yükseliyordu:
'Kurtar beni Baba!'
Kurtarılmasını isteyen devetüyü paltolu uzun boylu adam İnan Kıraç'tan başkası değildi!
Böylece bilmece çözülmüş oluyordu.
İnan, Demirel Babasına giderek; "Ne olur bana yardım edin, ağabeyimi Koç Holding'ten ayıramazsak benim Koç Holding İdare Komitesine Başkan olmam gerçekleşmeyecek" demiş ve senaryo benim 'Başkanlık tutkum' üzerine bina edilmiş olu-yordu. Ve birdefa daha başkanlık hayâllerim uçup gidiyordu.!
Ancak, bir atasözüne göre "Can çıkmadan huy çıkmaz!" inancı yaygındır. Ben de bu inanca güvenerek size şunu duyurmak istiyorum: Benim Çamlıca’ya muhtar olduğumu görürseniz şaşırmayınız. Çünkü, birgün Başkan olma tutkumu muhakkak gerçekleştireceğim.