Can Kıraç
*
Aşagıda okuyacağınız satırlar, bundan 43 yıl önce, 1969 yılı Aralık ayında, patronum Vehbi Koç’a göndermiş olduğum bir yazının içeriğini anlatmaktadır. O dönemde, Paris’te 1968 Mayısında başlamış olan öğrenci olayları Türkiye’ye de sıçramış, olaylar yüzünden Istanbul Üniversitesi kapatılmış, Taksim Meydanı sağcı ve solcular arasında kanlı çatışmalara sahne olmuştu. Olayların büyümesi karsışında, ülke sikiyönetime teslim edilmişti.
İşte, bu toplumsal ve siyasal çalkantılardan etkilenerek, 1969 yılından 1970 yılına girerken Vehbi Koç’a göndermiş olduğum ve yeni döneme bakışımı yorumlayan yazım tahminimi aşan bir ilgiyle karşılanmıştı. Vehbi Bey yazıyı öylesine benimsemişti ki, bunun Koç Topluluğu’ndaki yönetici arkadaşlara tâmim edilmesini istemiş ve 1973 yılında başbakan olan Bülent Ecevit’e gönderdiği mektubuna yazımı ekleyerek görüşlerime verdigi önemi belli etmişti.
1970'li yıllarda yaşanacak olan olayları bir önsezi ile ortaya koymuş oldugum bu yazıda, Türkiyemiz, eski bir konağın bahçesinde yılların yaşlandırdığı, meyvesi azalmış, dalları kısmen kurumuş ve bilgisizce budanmış kocaman bir ağaca benzetilmişti. Konağın el degiştiren sahiplerine göre de, bu ağaca bazen iyi bakıldığı, bazı yıllarda kurumasına ramak kaldığı belirtilmişti. Yazıda, AĞAÇ ekonomik ve sosyal varlığımızın, KONAK SAHİPLERİ memleketi yöneten hükümetlerin ve bürokrasinin sembolü olarak gösterilmişti... 1960 yılındaki askerî müdaheleyi takip eden dönemde de, bu eski konağa ait bahçenin kamulaştırıldığına, bilen bilmeyen herkesin bahçedeki ağacı kendi inancına göre canlandırmaya çalıştığına değinmis ve yorumumu şöyle devam ettirmiştim:
"Şimdi bu ağacın, 1970 yılından itibaren on yıllık bir devrede yeniden toparlanması, gösterilecek ihtimama göre de kurumuş dalların filizlenmesi ve meyvelenmesi beklenecektir.
Türkiye'nin SOLCULARI eski ağacın sökülüp atılması, yerine yeni bir fidan dikilmesi taraflısıdırlar. SAĞCILAR, kamulaştırılan bahçenin tapusunun kendilerine verilmesini istemekte ve bu uluağacı, dallarına dilek bezleri bağlanan bir türbe-agaç hâline sokma gayreti içindedirler. GERÇEKÇİLER ise, bir taraftan serbest tesebbüsü teşvik ederek bahçeyi gübrelemenin ve reformlar yaparak dalları budamanın gerekliliğine inanmışlardır."
Yazımda, yIllardır mücadelenin içinde yaşandığına, halkın, kavganın ya taraftarı ya da seyircisi olduğuna temas etmiş, bu üçlü çatışmanın nasıl sonuçlanacağına cevap aramış, yorumumu su üç cümle ile kuvvetlendirmek istemiştim:
"Bu kavga bitmeyecektir! Hatta, önümüzdeki onyıl süresince şiddetlenecek ve daha bilinçli yapılacaktır. Topluluk hayatında, neşe, korku ve üzüntü gibi kavganın da bulaşıcı oldugu unutulmamalıdır. Bugünün haberleşme kolaylığı, dünya milletlerini, önce kendi kendileriyle sonra da birbirleriyle kavga eden bir toplumlar yumağı haline sokmuştur."
Gerçekten,1970'li yıllarda, tıpkı bugün olduğu gibi,"Işçi patronu ile, ögrenci ögretmeni, çocuk annesi ve babasi ile kavga halindedir. Memur devlet idaresi ile kavgalıdır. Sporcu hakemle, seyirci sporcu ile, tüccar vergi dairesi ile, yatırımcı belediye ile, evsahibi kiracısı ile bitmeyen bir kavga içindedir. Kavganın insanları sinirli yaptığı, sinirli insanların isabetli karar vermekte zorluk çektikleri görülmektedir. Isabetli kararlar alınamayınca işler daha kötüye gitmekte, işler kötüleşince kavga daha da büyümektedir" .
Yazı şu tahmin ve temenni ile sonuçlanıyordu: "Önümüzdeki onyıl, Türkiye için şiddetli kavgalar devri olacaktır. Bu, değiştirilmesi mümkün olmayan bir kaderdir! Bu onyıl süresince Türkiye’de her kademede görev alacak insanların, başbakanından polis müdürüne, sirket yöneticisinden sendika başkanına kadar, kendi alanlarında bilgi ve deneyim sahibi olmaları, akıl danışmayı ayıp saymamaları, önemli kararları uzman kişilerle tartışarak ve danışarak uygulamaya
koymaları, hataları kabul edecek ve düzeltecek hoşgörüye sahip bulunmaları, namuslu ve taahhütlerine sadık olmaları gerekecektir. Bu takdirde, kavgalı dönemde alınacak yaralar ağır olmayacak, konağın bahçesindeki ağaç her yıl gelişecek, daha bol meyve vermeye başlayacaktır."
Son cümle ise umut doluydu; "Türkiye'nin akıllı insanları artık bütün güçlükleri yenecek sayıya ve düzeye ulaşmışlardır!"
Bu yazının kaleme alındığı ve bu umudun belirtildiği 1969 yılından 40 yıl sonra, toplumsal ve bireysel yaşamın her alanında gerçekleştirilmis olan gelişmelere, kazanılmış olan deneyimlere ve alınan derslere rağmen, nasıl bir çaresizlik içine yuvarlandığımızı görüyor, bunaldığımızı yaşıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin 85. yılında, çoğunluk olarak, demokratik rejime olan güvenin yıprandığını hissediyorum. AKP İKTİDARININ ÜLKEMİZİ NASIL BİR ÇIKMAZA SÜRÜKLEDİĞİNİ GÖRÜYOR VE GELİŞMELERDEN BÜYÜK IZDIRAP DUYUYORUM.
Bu karamsarlığa ragmen, diliyor ve umuyorum ki; Türkiye’nin akıllı insanları, bu defa, bütün güçlükleri yenecek anlayışa ve erdeme kavuştuklarını kanıtlasınlar.
Can Kıraç – 21 KASIM 2011