Can Kıraç
Birkaç yıldır, geçim ve seçim derdi olmayan yurtdaşlarımız, 21. asrın gelişini merakla izlemeye ve irdelemeye başlamış bulunuyorlar! Ben, 1940'lı yılların gençlik kuşağını temsil ettiğim için, yazıma, 20. asrın ortalarından girmeyi doğru buldum... Bizim, o dönemin gençleri olarak, 2000'li yılları düşünmek gibi bir lüksümüz yoktu! 21.asır hepimize o kadar uzakta görünüyordu ki! Bu yüzden hiçbirimizin böylesine uzak bir geleceği tahmin etme merakımız olmamıştı. Şimdi, geride kalan yarım asırlık bir yaşamdan sonra, nereden nereye geldiğimizi biraz hayret biraz da hayranlıkla değerlendiriyoruz. Bu duygularla, geleceğe dönük senaryolar üretmek için de birbirimizle yarışıyoruz!..
Şu bir gerçektir ki, insanlık dünyası, devrini tamamlayan 20. yüzyılda uygarlığı belirleyen; toplumsal, siyasal, kültürel ve bilimsel yaşamla ilgili olarak verdiği mücadeleden yorgun düşmüş bulunmaktadır. Ancak, geride kalmış olan yıllar içinde; yaşam biçiminin iyileşmesi, yaşam düzeyinin yükselmesi, sosyal eşitsizliğin azalması ve teknolojinin gelişmesi gibi, gelecek için umut veren büyük ve önemli hedeflere ulaşılmıştır. Bu alanlarda yapılacak daha çok iş olduğunun bi-linmesine rağmen, benim kuşağım, 20.yüz yılı, büyük işlerin başarıldığı, umut dolu duyguların yeşerdiği bir asır olarak değerlendirmeye devam edecektir.
Şimdi, bugünün gençleri, yeni bir yüzyıla, 21.asra girilmesini, yeni umutların gerçekleşmesi için özlem içinde beklemektedirler. Uluslararası barışın sağlanması, insanın insan tarafından sömürülmesinin azalması, bireysel mutluluğa kavuşulması gibi beklentiler, bugünün genç kuşaklarının öncelik verdiği konuların başında gelmektedir.
Ama, ne yazık ki, böylesine ulvî ve iyi niyetli beklentileri engelleyecek olan gelişmeler, dünyanın her köşesinde başvermeye başlamış bulunmaktadır. Bölgecilik, fanatik milliyetçilik, terör, şiddete yönelme, körü körüne inanç zorbalığı gibi akımlar düşkırıklığının yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi, dünya ekonomisinin globalleşmesi devlet gücünün yerini alarak, ekonomik kuralların daha çok etkinleşmesini sağlamakta ve ekonomik egemenlik kavramı hükümet politikalarının ve ulusal değerlerin üstüne çıkmayı başarmaktadır.
İnsanlığın, yeni bir umutla beklediği 21.yüzyılın eşiğine gelindiği bu dönemde, ulusumuzun karşı karşıya bulunduğu sorunlar ise tahminlerin ötesinde ağırlaşmış durumdadır. Nüfus artışı, eğitim noksanlığı, şehirlere göç, gelir dağılımındaki bozulma, sosyal güvensizlik, kültürden kopukluk, doğayı yoketme diretmesi, toplumsal hoşgörü noksanlığı ve sevgi duygusunun yozlaşması umutlu bekleyişimizi ve ufkumuzu karartan sebeplerin başını çekmektedir.
Böylece, insanımız, hızlı bir tempoyla "yapay" ve "teknik" bir ortamın esiri olmaya yönelmiş bulunmaktadır.
Bugün, ulus olarak içinde yaşadığımız ortam, iyi ve kötü yönleriyle, bizim insanımızın ürünüdür. Bundan sonraki olumlu veya olumsuz gelişmelerin yaratıcısı bizim insanımız ve ortaya çıkacak sonuçlar gene bizim ürünümüz olacaktır. İşte, bu aşamada, 2000'li yılara merhaba demeye hazırlanırken; devletimizin, hükümetlerimizin, siyasi partilerimizin, üniversitelerimizin, sendikalarımızın, yerel yönetimle-rimizin, katılımcı derneklerimizin ve baskı guruplarımızın yönetici kadrolarına önemli görevler düşmektedir. Artık, insanımıza mutluluğu tattırmak ve yaşama zevkini aşılamak için insan olmanın faziletini ve ahlâki değerlerin önemini ortaya çıkaracak girişimlere ve uygulamalara öncelik tanınmalıdır. Çünkü,"insanı yöneten yine insandır" ve "insanın faydalısı insana faydası olandır".