Can Kıraç

VAZGEÇİLEMEYEN SEVGİLİLER:

SEKRETERLERİMİZ ve PATRONLAR

Henüz emekli olmamıştım. 1990 yılının Eylül ayında, Nakkaştepe’de, Koç Topluluğu şirketlerinde çalışan sekreter arkadaşlarımızı bir araya getirmiş, anılarla dolu keyifli bir gün yaşamıştık.

O gün, sekreterlerimize hitap ederken, onların; bir taraftan iş hayatımızın hem çok değerli hem de çok önemli birer parçası olduklarını belirtmiş, diğer taraftan özel hayatlarımızın hemen hemen bütün mahremiyetlerini paylaşan sırdaşlarımız olduklarını hatırlatmıştım.

İş hayatında yaşadığım 41 yıl sonunda, sekreterlerin yaptıkları görevleri sıralarken, şu konulara değindiğimi hiç unutmuyorum:

- Mektuplarımıza ve iş raporlarına kişilik katarsınız- Cümlelerimizi şekillendirerek fikirlerimize ve hislerimize tercüman olursunuz- Telefonla arayanlara kalkan vazifesi görürsünüz- Randevusuz gelen ziyaretçileri atlatmak konusunda ilginç senaryolar yaratırsınız- Yüzlerce telefon numarası ve isim ezberlersiniz- Çalışma odalarımızın düzenini sağlarsınız- Dolaplardan taşan dosyalar arasından eski ta-rihli bir yazıyı bulmak konusunda Arsen Lüpen’e taş çıkarırsınız- Dolmakalemlerimize mürekkep doldurmayı asla unutmassınız- Telefon görüşmelerinde tanımadığınız kişilere; "Canım, Şekerim, Hayatım" diye iltifat etme fedakârlığına katlanırsınız- Gerektiğinde kopan düğmelerimizi dikersiniz- Doğum günlerimizi hatırlar, pastaları bizimle paylaşırsınız- Bütün kaprislerimize tahammül gösterirsiniz- Sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi paylaşırsınız- Sevgililerden gelen mektupları okuyarak mahremiyetimize girer, sır vermezsiniz !

Bu kadar özveri dolu bir kişiliğin, tabii ki, bazı küçük kusurları da bulunacaktır! İşte bunlardan bazıları:

Telefonla arayan eşimize, nereye gittiğimizi bilmediğinizi söyleyerek aile saadetimizi pekiştirisiniz- Sabahları patronumuz aradığı zaman saat 10’dan önce işe gelmediğimizi açıklayarak çalışkanlığımızı belgelersiniz- Mahrem yazıları posta ile göndermek yerine faks’layarak becerinizi ortaya çıkarırsınız- 3 gün önce gelmiş olan bir yazıyı 3 yıl önceki dosyaya kaldırarak olayların büyük bir hızla tarihe karışmasına yardımcı olursunuz- Telefonla arayan herkese ; "Patronum toplantıda!" diyerek "Guiness Rekorlar Kitabına" girmemizi sağlarsınız !

Ne demişler; "Küçük kusurlar nazar değmesin diye işlenen kabahatlardır!"

"Patronluk" konusuna gelince:

Patron sözünü bazı kişiler sevecen bulmazlar. Patronun anlamını para gücüyle bütünleştirirler. Patronluğu zorbalıkla eşanlamda tutarlar. Patronun muhakkak; menfaatına düşkün, gaddar ve asık suratlı olduğunu var sayarlar. Bu kişiler için, patron, dediğim dedik bir kişiliğe sahiptir...

Anılarımla Patronum Vehbi Koç isimli kitabımda, gerçek bir patronun ayrıntılı şekilde, yaşam öyküsünü işlemiş olduğum için, bu yazımda aynı konuları tekrarlamayacağım.

Patronluk, muhakkak ki, insan tarihiyle beraber ortaya çıkan ve toplumun sosyal gelişmesiyle şekillenen bir var oluş biçimidir. Bu anlamda, toplum tarihi, her alanda öne çıkmış patron örnekleriyle doludur. Bize gelince... Cumhuriyet dönemimizin yetiştirdiği patronların sayısı gidirek çoğalmaktadır. Bunların arasından, bazen ilginç bazen de olağanüstü kişilikler ortaya çıkmaktadır. Vehbi Koç, Nejat Eczacıbaşı, Kâzım Taşkent, Sakıp Sabancı, Vitali Hakko, İsak Alaton, Üzeyir Garih,Eli Acıman, İbrahim Bodur, Selçuk Yaşar, Ayhan Şahenk, İzzet Baysal, Aydın Doğan, Kadir Has, Asım Kocabıyık, Fuat Süren, Halis Toprak, Şarık Tara gibi isimler iş dünyamızın ve 73 yıllık Cumhuriyet döneminin değişik özellikli patronlarından bazılarıdır.

İşlerinin sahibi olan patronlardan sonra, "Bürokrat Patronlar" ve "Profesyonel Patronlar" da sahneye çıkmış bulunmaktadır. Diğer taraftan, dünyanın her ülkesinde olduğu gibi, siyasal iktidarlar, kendi patronlarını yaratmaya özen gösterdikleri için, Cumhuriyetin iş dünyası patronlarını; CHP, DP, AP, ANAP, DYP, RP ve MHP patronları gibi sınıflandırmak mümkündür... Koalisyonlu dönemlerde ise, her alanda olduğu gibi önemli gelişmeler sağlanmış, bakanların veya bakanlıkların patronları ortaya çıkmıştır. Hatta; "Yalı Patronları", "Rant Patronları", "Kumarhane Patronları", "Belediye Patronları" gibi yeni sınıflar oluşmuştur!

Son yıllarda, patronluğun siyaset hayatımıza da girdiğini hatırlatmak istiyorum...Örneğin, "Patron" denince aklıma gelen isimlerin arasında merhum Turgut Özal’ın ayrı bir yeri vardır! Turgut Özal, iş hayatındaki başarısız patronluk denemelerinden sonra siyasete atılmış ve kısa zamanda, önce siyasi bir partinin sonra da hükümetin başı olarak öne çıkmıştır. Özellikle 12 Eylül’den sonraki başbakan yardımcılığı ve 1983/l989 yıllarındaki başbakanlığı döneminde, kendisine "Patron" olarak hitap edilmesinden keyif duyan Özal, "Siyasal Patronluğunu" büyük bir kesime kabul ettirmiştir. Yakın çevresinin, Turgut Özal’ı, patron olarak tanımlaması masum bir yakıştırma değildir. Seçtiği hedefler, hedefe ulaşmak için izlediği politikalar ve çevresini yönlendirmedeki hünerleriyle, Özal, "Siyasal Patronluğunu" kanıtlamış önemli bir örnektir. Başarılı bir kamu bürokratı olan Özal’ın, özel sektörde aynı beceriyi gösterememiş olması ise ilginçtir. Acaba, bu durum, bizde, devlet parasının ve otoritesinin özel sektör parasından ve otoritesinden daha kolay ve sorumsuzca kullanıldığının deli mi sayılmalıdır ?..

Son yıllarda, patronluğun karşısına, bir rakip gibi, "Baba"lığın çıkarıldığını görmekteyiz! Nitekim, işdünyasından siyaset sahnesine kadar bir çok ünlüye ve becerikli kişiye artık "Baba" lãkabı yakıştırılmaktadır. Patroniçelerin "Ana"lığa soyundukları bir ortamda patronların "Baba"lığa terfi etmelerine herhalde şaşmamak gerekecektir!

Anamıza, Babamıza sağlık!

Can Kıraç

Tasarım ve Uygulama entegresoft